Sigaramı çekiyordum, derin derin içime ve her çekişimde seni soluyordum...
Aklımda sen tütüyordun..
Ben tenine olan hasretliğime özlem ekiyordum...
Etrafımda karanlık geceyi aydınlatan yarımay.. ve ben o manzaraya gümüş gül dikiyordum..
Aklımda seni yudumluyordum, seni aklıma içirtiyordum...
Duman oluyordu her nefesim ve manzara buğulanıyordu...
Buğulu manzaraya adını işliyordum “sen” ile “ben”i topluyordum biz ediyordu...
Gümüş gül diktiğim manzara üzerindeki yarımay,
bir dolunay oluyordu ve gece daha bir aydınlanıyordu; "biz" gibi...
Ve sonunda geldin... Hoş geldin....
Yağmuru sevdiğimi biliyormuş gibi, yağmurla geldin...
Yazdan çok bahar havasıydı..
Baharları sevdiğimi biliyormuş gibi öyle bir havada geldin..
Akşam yeni inmişti, caddeler yağmurun temizlediği bir ıslaklık ve ışıltı içindeyken,
akşamları sevdiğimi biliyormuş gibi geldin..
Evden çıktığımda her yer mis gibi toprak kokuyordu...
Bereket kokuyordu..
Bu kokuyu sevdiğimi biliyormuş gibi geldin ...
Seni nasıl sabırsızlıkla beklediğimi,
artık bu bekleyişe tahammülsüz kaldığımı biliyormuş gibi geldin..
Aceleci haykırışların yetmediğini,
sesini, kokunu, nefesini istediğimi biliyormuş gibi geldin...
Yaşamımın en güzel yaratığı, her baktığımda ya da uzakta olduğunda...
Elin elimdeyken bile hiç doyamadığım vazgeçilmezim...
En büyük, en derin, ilk ve son sevdam benim...
Hoş geldin...