Aşk-Sevgi ve Dostluk Üzerine...

3va

Yeni Üye
Katılım
3 Ocak 2006
Mesajlar
12,779
Tepkime puanı
0
Yaş
41
verliebt' Alıntı:
Ne zaman hayatında bazı şeyler taşınamaz hale gelirse,
ne zaman 24 saat kısa gelmeye başlarsa;
İşte o zaman *mayonez kavanozu ve 2 fincan kahveyi* hatırlayınız!



Bir gün bir profesör, masasının üzerinde birkaç kutu olduğu halde
felsefe dersindedir.
Ders başladığında, hiçbir şey söylemeden,
önüne büyükçe bir mayonez kavanozunu alır ve
içerisini tenis topları ile doldurur.

Ve öğrencilere kavanozun dolup dolmadığını sorar.
Öğrenciler ittifakla kavanozun dolduğunu ifade ederler..

Bu sefer profesör önündeki kutulardan
bir tanesinden aldığı çakıl taşlarını,
çalkalayarak kavanoza döker.
Böylece çakıl taşları kayarak,
tenis toplarının aralarındaki boşlukları doldurur.
Ve öğrencilere tekrar
kavanozun dolup dolmadığını sorar.
Onlar da "Evet, oldu.” derler..

Tekrar profesör masanın üzerindeki
diğer kutuyu eline alır ve
içindeki kumu yavaşça kavanoza döker.
Tabii ki kumlar da çakıl taşlarının aralarındaki
boşlukları doldurur.
Ve tekrar öğrencilere
kavanozun dolup dolmadığını sorar..
Öğrenciler de koro halinde "Evet" derler.

Bu sefer profesör
masanın *altında* hazır bekleyen 2 fincan kahveyi alır ve
kavanoza boşaltır.
Kahve de kumların arasında kalan boşlukları doldurur.
Öğrenciler gülerler!

Profesör öğrencilerin gülüşünü destekleyerek
"Eveet" diyerek;
”Ben bu kavanozun sizin hayatınızı simgelediğini
ifade etmeye çalıştım" der.

Şöyle ki;
Bu tenis topları hayatınızdaki önemli şeylerdir;
dininiz, ibadetleriniz, inandıklarınız, aileniz, çocuklarınız, sıhhatiniz,
arkadaşlarınız ve sizin için *önemli olan şeylerdir*.

Şayet diğer şeyleri kaybetseniz de, bu *önemli şeyler*
kalır ve hayatınızı doldurur.

O çakıl taşları ise daha az önemli olan diğer şeylerdir;
işiniz, eviniz, arabanız vs.

Kum ise diğer ufak tefek şeyler...

"Şayet kavanoza önce kum doldurursanız..."
diye, anlatmaya devam eder,
"çakıl taşlarına ve özellikle de tenis toplarına
(yeterli) yer kalmaz.

Aynı şey hayatımız için de geçerlidir.

Vaktinizi ve enerjinizi ufak tefek şeylere harcar, israf ederseniz;
önemli şeyler için vakit kalmayacaktır.
Dikkatinizi mutluluğunuz için önem arz eden şeylere çevirin.

Çocuklarınızla/Kardeşlerinizle vs.  oynayın.

Sıhhatinize dikkat edin.

Eşinizle/sevdiğinizle yemeğe çıkın. 

Evinizin ihtiyaçlarını karşılayın.

Öncelikle tenis toplarını kavanoza yerleştirin.

Öncelikleri sıralamayı iyi bilin...

Gerisi zaten hep kumdur.

Bu ara bir öğrenci parmağını kaldırır ve sorar;


"Pekii, o iki fincan kahve nedir?"

Profesör gülerek:

"Bu soruyu sorduğuna sevindim.
Hayatınız ne kadar dolu olursa olsun,
her zaman dostlarınız ve sevdiklerinize
bir fincan kahve içecek kadar vakit ayırın!
"
 

3va

Yeni Üye
Katılım
3 Ocak 2006
Mesajlar
12,779
Tepkime puanı
0
Yaş
41
verliebt' Alıntı:
Yaşlı ve çirkin bir tüccar;
Karşılığını parayla ödeyeceği zevk gecesi için,
olağanüstü güzel ama taş kalpli bir
hayat kadınına gitmiş...
Sabaha karşı, yaşlı adamın
Uykuya dalmasını fırsat bilen genç kadın,
soyguncu dostlarını çağırmış.
Ne var ki tüccar,
tilki uykusundan fırladığı gibi
olanca gücüyle karşı koymaya,
dövüşmeye başlamış.

Haydutlar hem kalabalık, hem de işinin ehliymiş.
Onu kolayca köşeye sıkıştırmışlar.
Ancak ne kadar vururlarsa vursunlar,
bu zayıf ve çirkin bedende
hiç yara açılmadığını,
can alıcı darbelerin hiç iz bırakmadığını görmüşler..
Bıçaklarını, kılıçlarını çekmişler...
Ancak en keskin bıçak,
en acımasız kılıç bile tüccara hiçbir şey yapamıyormuş....
Sonunda korkup kaçmışlar....

Dövüşü izleyen kadın,
yaşlı adamın mucizevi gücünden etkilenmiş,
bir kez daha, ama bu kez "aşk" adına, tüccarla
birlikte olmak istemiş.
Onu hayranlıkla, arzuyla, şefkatle okşamaya başlamış...
Gel gelelim, güzel kadının her dokunuşunda
tüccarın bedeninde yeni bir yara beliriyormuş.
Dövüşün, darbelerin, bıçakların,
kılıçların açtığı yaralarmış bunlar...

Yaralar, kadından içten bir ilgi ve
şefkat görene dek gizli kalmışlar.

Sonunda tüccar kanlar içinde
kadının kollarına yığılmış, ölmüş....



Tam da bu türden hayatlar yaşamıyor muyuz?
Aşktan bunca korkmamız da bu yüzden değil mi?
Kimsenin kollarında yığılıp can vermek istemiyoruz.
Çünkü zaten, her yanımız kılıç yaralarıyla dolu.
Ama bir şekilde kapanmış,
kabuk bağlamış yaralar onlar....
Nasıl yapmışsak yapmışız, üstesinden gelmişiz...

Ama biri, o kabuk tutmuş yaraları okşamaya başladığında,
yaralar tekrar açılıveriyor
ve hepsinden oluk oluk kan akmaya başlıyor....

Birine teslim olduğumuzda, kendimizi anlatmaya başladığımızda,
içimizi döktüğümüzde,
bedenimiz ve ruhumuz kan revan içinde kalıveriyor....
O yüzden değil mi kendimizi tutmamız?
Birine teslim olmaktan korkmamız.
Tedirgin bir şekilde ortalıkta dolanmamız?
"Anlatsam mı, anlatmasam mı?" kararsızlığımız.
"Bu sevgi beni acıtır mı?” kuşkularımız....
 

3va

Yeni Üye
Katılım
3 Ocak 2006
Mesajlar
12,779
Tepkime puanı
0
Yaş
41
Herkese göre farklıdır dostluğun tanımı ve herkesin farklı ölçüleri vardır dostunu seçerken...
Kiminin ölçüsü manevi, kimininse maddidir... Kimi her ikisini de arar.....
Herkes dost seçerken sahip olduğu bu kriterleri kullanır ama,
kaçımız "Ben nasıl bir dostum ?" sorusunu sorarız kendimize ve dürüstçe yanıtlarız....
Aslında asıl eksik olan bu....
Herkesin içi "Vicdanını rahatsız etmeyecek kadar" rahat mı acaba?
Tabiki kriterler kültüre, alınan eğitime ve yaşanan olayların bıraktığı ize göre değisir... Ama ya ortak ve genel değerler....
Bunlara göre tartmak zor olmasa gerek dostluğa verdiğimiz değeri ve dostlarımıza gösterdiğimiz hassasiyeti....
Ama nedense pek düşünmeyiz bunları..... Sadece, yeri geldiğinde "Karşı taraftan şikayet" ederiz canımız yanınca, hayal kırıklığı yaşayınca....

Peki ya bizim hayal kırıklığı yaşattıklarımız...

Bize en çok ihtiyacı olduğunda yalnız bıraktıklarımız... Pek çoğumuz buna itiraz eder ve "ben kimseyi yüz üstü bırakmadım" deriz... Bilinçli olarak evet, kimse bırakmaz...

Peki ya "farkında olmadıklarımız"....
Bize ihtiyacı olduğunu farketmemiz gerekirken farketmediklerimiz..... Sıkıntısını, derdini paylaşmasını ve çare talep etmesini beklediklerimiz... Gurur denen olguyu es geçmişliğimiz hiç mi yoktur acaba... Hemen "Dostlukta gurur olmaz, olmamalı" demeyin öyle...

Aslında; dostluk, gururun en baskın oldugu statülerden biridir de kimse farkında değildir...

İnsan yabancı  veya dışardan gördüğü birine karşı daha kolay eğer başını.. Çünkü siz hep yanındasınızdır ve size karşı eziklik hissetmek daha zordur... Ve birde "sizi kaybetme korkusu".... Hangimiz yaşamayız bu korkuyu; dostum dediğiniz kişi  ihtiyacınıza  duyarsız kalırsa yaşayacağınız  burukluğun  dostluğunuza, güveninize  yansımaması mümkün müdür?

Bir dostum var, tam 10 yıldr her şeyi paylaşırız ama işin içine para girdimi asla bana yansıtmaz. Verdirtıiğim bütün sözlere ve bütün sitemlerime rağmen yol parası bile olmasa asla söylemez bana...
Düşünün ki, bu insanın kişisel-ailevi bütün sorunlarını bilirim... %100 oranındaki tek sırdaşıyımdır... Ama.. Ama.. Ama'sı var  işte...
Garip dimi? Evet garip ama gerçek...
Ben bu konuda hep kendimi suçlarım, ona hala bu rahatlığı veremedim diye... Peki bunun gibi daha başka ne durumlar ve konularda eksiklerimiz var...
Bu benim farkında olduğum ve aşması için elimden geleni yaptığım bir konu...

Ya farkında olmadıklarımız....

Bir örnek de benden vereyim: Askerden geldiğim ve dükkanı yeni açtığım günlerden birinde akşam 4'e kadar siftah yapmadım ve cebimde hiç para yoktu... 1 simit bile alamıyordum ve önceki akşam yediğimle duruyordum, kahvaltı yapmamıştım... Gastritimin sancısıyla kıvranırken bile, ziyaretime gelen en az 6-7 dostuma hiç birşey diyemedim... Oysaki yemek ısmarlamak dostluğun en temel ve sıradan paylaşımlarından biridir... Ama aç ve parasız olan siz olunca durum değişiyor ve gururunuzu aşamıyorsunuz....
İşin ilginç yanı, o gün 4 kişiye hatla ismini yazıp hediye etmiştim ve teklif etmelerine rağmen para almamıştım, para alınca hediyenin anlamı olur mu diyerek..
Bu örnekte sadece hayatın ilginçliğini vurgulamak istedim, yoksa o gün uğrayanlar nerden bilsinler durumumu.... Benim vurgulamak istediğimde bu işte!
Nerden bilsinler.... Çeviriyorum cümleyi; nerden bilelim?

Soruyorum; kaçımız, çevremizdekilerin özel sıkıntılarını anlamaya, hissetmeye ve yardımcı olmaya çalşıyoruz.... Olay sadece maddi sorunlar değil... O sadece bir örnekti..

Ben şahsen çevreme baktığımda ilişkilerin çoğunu suni buluyorum... Kendimden biliyorum, ne zaman ciddi sorunlar yaşasam, ne zaman desteğe ihtiyacım olsa bir kaç istisna "adam gibi adam" dışında herkes kayboluyor..... Ve ne zaman işler yoluna girse vatandaşlar tekrar damlıyor.... Yani; "Bana ilişmediğin, sıkıntılarını bana yansıtmadığın  sürece dostuz" yaklaşımı..
İyi de o zaman dostluk nerde kaldı... İnanın abartmıyorum, ben bunu son on yıldır gözlemliyorum ve her 2-3 ayda bir çevremi gözden geçiriyorum....

Olay, daraldığınızda destek almanız değil,
destek alacağınızı bilmenin güveni ve mutlulugu....
"Yalnız degilim" duygusu....


Elbetteki bunu hakediyor olmanızda gerekir....
Bununda ölçüsü şudur bence; "Aynı durumda ben de onun yanında olurdum maddi-manevi" diyebilmek ve bunu hissettirmek...


Ortak kazığı sebebiyle battığım ve her şeyimi kaybettiğim bir dönemde, geçmişte ciddi yardımlarım olmuş bir dostu olarak ilk kez desteğini rica ettiğim birisi şöyle demişti bana; "Arkadaşların hepsi arabalarını yeniledi, bir ben kaldım, kusura bakma.. Hem tatilede çıkıcam..."  geyik değil, yemin ederim . Ciddiydi ve aldı yeni arabasını, benim evime icra gelmek üzereyken... Ben şoku atlatmaya çalışırken daha 1 hafta önce tanıştığım ve çok samimi olmadığım biri halimi hissedip ısrarla üstüme geldi ve konuşturdu beni.... Ve gidip "kendi adına borç alarak" getirdi bana lazım olan miktarı..... Var olanı vermedi, gitti buldu geldi, benim "talebim olmadan"..... Şimdi bu 2 insanı aynı  kefeye koymak mümkün mü? Biri 15 yıllık dostumdu, diğeri "yeni tanışılmış bir dost adayı".....

Bunun gibi pek çok örnekler vardır sizlerde de... Bu tabi genel bir örnek değil,çok az insan bu kadar duyarsız olabilir.... Ama asıl önemli olan; bazen, yabancı dediklerimizin dost dediklerimizden daha samimi ve duyarlı çıkmaları.... Tersine çevirirsek, dost dediklerimizin, yabancı dediklerimizden "daha yabancı"   davranmaları.... İstiyorum ki, herkes takkesini eline alıp düşünsün, bana ihtiyacı olan bir dostum var da, farkında değil miyim"  diye.. İlla maddi olması gerekmiyor sıkıntının, ama gariptir ki uzaklıklar hep maddi konularda yaşanıyor....

Dünya işlerine öyle dalmışız ki, ben veya bir başkası, birileri dürtmeden aklımıza gelmiyor pek çok şey ve "hakeden" pek çok dost, biz farkında bile olmadan pek çok sorunla boğuşuyor...  İnsanlığımız, dostluğumuz, müslümanlığımız sanki sadece "ramazanlara endeksli"..... Veya bir kazık yediğimizde deşiyoruz "vefa-paylaşım-güven-dostluk" kavramlarını... Dünya hayatı o kadar kısa ve hayat o kadar zor ki, "Ya adam gibi dost olalım birbirimize, ya da dostluk kavramını silip atalım sözlüklerden" diye düşünüyorum bazen....

Klasik sorudur  "Nasılsın".. Ve klasik yanıttır "İyiyim"....
2 seçenek vardır önünüzde bu soruya yanıt verirken: Ya gurur yapar ve yalan söylersiniz "İyiyim" diye... Ya da "O'nu kaybetmeyi göze alarak "kötüyüm" dersiniz.... Gerçek dostunuzsa, "zamana yayıp unutturmadan ve kaynatmadan" elinden geleni yapar sizin için... Değilse; öyle kaynatır ve kaybolur ki, kurtulursunuz ondan da sahte dostluğundan da... Ama geriye öyle acılar kalır ki, işte ondan kurtulmanın bedeli çok zordr...... Ya içinize kapanır ve güveninizi kaybedersiniz dostluğa ve insanlara, ya da kan kusar ama kimseye açmazsınız yüreğinizi, oynarsınız tüm gün çevrenizdeki herkese her şey yolundaymış gibi...

Bu konunun asıl amacı kaç tane can dost bulduğumuz degil, KAÇ KİŞİYE CAN DOST OLDUĞUMUZDUR.. Önce evimizin önünü süpürelim ki, komşumuzu kapısını önünün kirini eleştirmeye hakkımız olsun....

Şimdi söyleyin bakalım,

YABANCI DOSTLARDAN MISINIZ,
DOST YABANCILARDAN MI?
 

3va

Yeni Üye
Katılım
3 Ocak 2006
Mesajlar
12,779
Tepkime puanı
0
Yaş
41
CaNiK ve roselife ben teşekkür ederim ilginiz için ;)

 

3va

Yeni Üye
Katılım
3 Ocak 2006
Mesajlar
12,779
Tepkime puanı
0
Yaş
41
Hemen yarın birini sevin; çok sevin.
Onu canınızın öbür tarafı yapın.
Mesela, sevdiğiniz geceye ağladığında
karanlık üstünüze yapışacak olsun ıslak ıslak.
İki kişilik doyun acıktığınızda..
ve bir zaman sonra içinizdeki "o"
size acı vermeye başlasın ve
ne zaman onu içinizden söküp atmak için
bir hamle yapsanız,
kendinizi parçalıyormuş gibi olun.
Daha sonra yenilin ve
canınızın öbür yarısı olan bu varlığı,
içinizde öldürmeye karar verin.

Şunu da sakın unutmayın:
O'nu öldürmek kendinizi de öldürmeniz demektir...
 

AYŞE21

Aktif Üye
Katılım
20 Haz 2006
Mesajlar
898
Tepkime puanı
0
Yaş
39
Onu sevmek,özlemek ve onu onsuz yaşamaktır.
Hiç beklenmedik bir anda aklına gelmesidir insanın,
Aklına geldiğinde gün boyu;ona ihtiyacı olduğunu kafasına takmasıdır belki,
Okuduğu kitapta,yazdığı yazıda onun resmini çizmektir galiba,
Dinlediği şarkıda onun sesini duymaktır,
Ona anlatamayacağı zaman bağırıp duvarlara anlatmak,onun duyduğuna inanmaktır,
Ona kızdığı zaman içinizde bir burukluk hissetmektir,
On dört yılda iki buçuk yıl boşluk onun olmayışının sessizliğinin göstergesidir diyebilmek,
Onu gördüğünüzde içinizdeki sızının "DOSTLUK" olduğunu bilmek,
İşte bütün bunlar; GERÇEK DOSTLUĞU YAŞAMAKTIR...
 

3va

Yeni Üye
Katılım
3 Ocak 2006
Mesajlar
12,779
Tepkime puanı
0
Yaş
41
Bugün küçük mucizelerin günü olsun..
İkram edilen taze demlenmiş bir bardak çay,
ya da mis kokulu bir fincan kahve, eski bir arkadaştan
beklemediğin anda bir telefon, eve veya işe giderken
trafikte hep yeşil ışıklar,.. Bugün içinde küçük sevinçlerin
olduğu bir gün olsun.. Markette en hızlı ilerleyen kasa
sırası,mis kokulu bir yemek, masanda taze çiçekler,
radyoyu açtığında en sevdiğin şarkının çalıyor olması
ve o güzel şarkıya yüksek sesle eşlik etmen..
Bugün mutluluk ve neşe dolu bir gün olsun..

Tanrının senin yanında olduğunu, seni kayırdığını ve
bir yerlerden sana gülümsediğini hissettiğin, sana
"özel olduğun" hissini yaşatan o garip ama hoş duygu ile
dolu güzel bir gün olsun.

Çünkü bunu hak edecek kadar özelsin.
Derler ki; "Özel bir insana rastlamak bir an, özel biri
olduğunu anlamak belki bir saat, o özel birini sevmekse
belki bir gün sürebilir.Ama o insan ömür boyu unutulmaz"



Bu yazıyı sevdiklerinizle paylaşın.. .Dostlarınızla paylaşmadıysanız,
muhtemelen ya günlük telaşlar içindesiniz ya da
belki de bir mesajla da olsa "Gülümseyebilecek"
dostlarınızı unuttunuz.

Dostlarınıza zaman ayırın,
onlardan sevginizi ve ilginizi esirgemeyin.

 

3va

Yeni Üye
Katılım
3 Ocak 2006
Mesajlar
12,779
Tepkime puanı
0
Yaş
41
Her günün bitiminde bir şeyler öğreniyorsan,
ömrün sana vazgeçilmez dostlar kazandırıyorsa,
sabaha gülerek açabiliyorsan gözlerini,
büyüdüğüne üzülme !

Mutlak göçe bir adım daha yaklaşmışsın.
Olsun, ne önemi var?
Geride kalacaklara
baktıklarında gülümseyebilecekleri,
seni sevgiyle yad edebilecekleri
bir eser bırakabilmişsen
ve yüzündeki gülüşü
doyasıya yaşayabilmişsen,
büyüdüğüne üzülme!

Bırak, günler sende iz bıraksın.
Bırak, büyüdüğünde çizgilerin
ve akların artsın.
Yeter ki; yarının dünü aratmasın...
 

3va

Yeni Üye
Katılım
3 Ocak 2006
Mesajlar
12,779
Tepkime puanı
0
Yaş
41
<<< Kelimeler >>>

"Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel
Kelimelerinse kifayetsiz olduğunu"
demiş şair ama
bir kelimenin yüklendiği anlamlara bakınca da durup biraz daha düşünmek mi
gerekiyor ne...

En vefalı, en hayırsız, en zor bulunan, en yanı başımızda, en acıtan, en
sevdiğimiz ve hep özlenen, hep aranılan.
"Dost"

Bazen gün ağardığında gökyüzündeki güneşi alıp dudaklarınıza
dokundurtan,bazen de karanlıklar basıncaya kadar söylenemeyen,esirgenen ya
da unutulan.
"Günaydın"

Bazen yanı başındayken, hep seninle olacakmış kadar aşinalaşıp
umarsızlaştığın, bazen de kıymetini, önemini, sevgisini ve şefkatini artık
ağlayarak özlemiyle paylaştığın.
"Anne"

Bazen hiddetinden korktuğun, gücünü devleştirdiğin, her türlü sorumluluğu
yükleyip de elinle ittiğin, bazen de arkadaş olup, gezdiğin, örnek
aldığın, yüreğindeki sınırları sonsuza kadar açtığın, taptığın.
"Baba"

Bazen "eninde sonunda sen benim olacaksın, bende senin" diyeceğin kadar
keskin ve kesin, bazen de aradığın sonsuzluğa kavuşturacak kadar hem uzak
hem de yakın ama senin.
"Ölüm"

Bazen çok bilinmeyenli bir denklem içinde sürüklenip kaybolup
gittiğin,bazen de basitliği karşısında afallayıp, alaya alıp,
küçümsediğin, "es" geçtiğin.
"Hayat"

Bazen torpil de yapsan nafile, süresi başından kısaltılmış bir imtihan,
bazen de bir bedende dokuz kez formatlanmış bir yaşam.
"Ömür"

Bazen saçlarına ak düşene kadar arayıp da bulamadığın en güzel hayal, en
büyük armağan, en büyük düş, bazen de bolca bulup insafsızca harcadığın,
laçkalaşmış, anlamı kaybolmuş, bir yok oluş bir düşüş.
"Aşk"

Karnın her zaman tokken, sırtın pekken, gönlün hoşken dahi en büyük
açlığın, fazla bulunca değerini bilemeyip, şımardığın, gıdım gıdım öldürüp
de yok ettiğin, saçtığın.
"Sevgi "

Bazen bir kerecik işitebilmek için hem kaçtığın hem kovaladığın,
bazen de olur olmaz yerde söyleyip abartarak batırdığın, battığın.
"Saygı"

Bazen değil her zaman bütün kişiliklerin boy aynası. Yansıdığın.
Yansıttığın...
"Evet"

Bazen acımasızca dudaklarından çıkmasına izin verdiğin
insafsızlığın,bazen de söyleyip hem ezdirdiğin hem de altta kaldığın.
"Hayır"

Bazen tadabilmek için tadını beyazlara siyahlara çiçeklere ve
umutlara dolandığın, dolandırdığın, bazen de kurtarabilmek için özgürlüğü,
tek parça kalabilmek adına savaştığın.
"Evlilik"

Bazen gün içersinde cömertçe sunabilecek kadar gönüllere ılık bir meltem,
tatlı bir su olup aktığın, bazen de bir kerecik duyabilmek ve
söyleyebilmek için seni kavuran yalnızlığa hüzünlerle daldığın.
"Merhaba"

Bazen seni sevdiğin her şeyden ayıracak korkusu ile duymamak için
kulaklarını eze eze tıkadığın, bazen de sabah'ları karşılamak için,
gece'lere söyleyip, yıldızlarla allayıp pulladığın.
"Allahaısmarladık"

Biriktiği gözlenemeyen iki şey vardır:
Biri sevgi, diğeri emek.
 
Üst