Isıgı yanan evler

sebnemsever_42

Multi Aktif Üye
Katılım
20 Mar 2006
Mesajlar
2,373
Tepkime puanı
0
Yaş
41
Aşağıdaki öyküyü okuyunca çok şaşırdık.
Böyleymiş Anadolumuzun insanları bir zamanlar dedik...
Dedik değil mi?

Neden dostlar?
İnsanlık böylesine şaşılacak olay mı oldu?

Bu ışığı yanan evler...
Zaten olması gereken davranışlar değil midir?

Doğal olan bu değil midir?
Neden şaşırıyoruz?

Nedir doğal olan?
Bu kapkaçlar mıdır?
Küçük çocuklara kadar inen tecavüzler midir?
Ülkesini parsel parsel satan hükümetler midir?

Hep öyküler anlatılmaz mı; bir zamanlar Anadolumuzda "Ben tanrı misafiriyim" diyerek herhangi bir kapıyı çalan bir yabancının evlerimizde misafir edilmesi geleneğimiz?

Hangi zamana geldik?
Artık hiç şaşırmıyoruz insanlıktan çıkmışların haberlerine ekranlarda, gazete sayfalarında...
Bu "ışığı yanan evler" bizleri çok şaşırtıyor.
Neden dostlar?
Kalmadı mı güzel insanlar Anadolumuzda?
Yoksa artık güzelliği hak etmiyor muyuz?
Yoksa güzel insanlara ihtiyacımız mı yok?




Işığı yanan evler….



Değerlerinize dikkat edin

Karakterinize dönüşür…

Karakterinize dikkat edin

Kaderinize dönüşür…



Prof. Dr. Saffet Solak'ın bir hâtırası



"Tıp fakültesini yeni bitirmiş, pratisyen hekim olarak ilk görev yaptığım yere, Konya'ya bağlı bir beldenin sağlık ocağına gitmiştim. Gençtim, bekârdım. Küçük bir beldeydi gittiğim yer. İlk gece bir eve misafir olmuştum. Tren istasyonunun hemen yanında bir evdi. Akşam yemeğinden sonra çaylarımız gelmiş, sohbetler edilmişti. Üzerimde yol yorgunluğu, geldiğim yeni yerin yabancılığı vardı. Saatler ilerliyor, ağır bir uyku beni içine çekiyordu. Ev sahibine bir şey de diyemiyordum. Bir müddet daha geçti; yine bir hareket yoktu. Evin büyüğü olan Hacıanneye sıkılarak:

"Anneciğim, sizin buralarda kaçta yatılıyor?" dedim.

Hacıanne:

"Evlâdım treni bekliyoruz. Az sonra tren gelecek, onu bekliyoruz" dedi.

Merak ettim, tekrar sordum:
"Trenden sizin bir yakınınız mı inecek ?"

Hacıanne:

"Hayır evlâdım, beklediğimiz trende bir tanıdığımız yok. Ancak burası uzak bir yer. Trenden buraların yabancısı birileri inebilir. Bu saatte, yakınlarda, ışığı yanan bir ev bulmazsa, sokakta kalır. Buraların yabancısı biri geldiğinde, "ışığı yanan bir ev“ bulsun diye bekliyoruz."



Konya Ovası'nda, ya da bir başka yerinde Türkiye'nin, trenden inen yabancılar için "Işığı yanan evler“ yerinde hâlâ duruyor mudur?

Yabancılar, yorgun bedenlerini yün yataklarda dinlendirmeye devam ediyorlar mı?

Aç bir köpeğin önüne bir kap yemek bırakan kadınlar yaşıyorlar mı?

Kuşlara yuva yapan mimarlar sahi şimdi neredeler?

Bu güzel insanlar, atlarına binip gitmişler.



Bizler, atlarına binip giden güzel insanlara sahip bir medeniyetin yetimleriyiz.

Çekip gidenlerin doldurulmamış boşluklarında savrulup duran yoksullarız.



Şâir öyle diyordu:

"Güzel insanlar, güzel atlara binip gittiler."



Şimdi bu güzel insanlar, neden ve nasıl atlarına binip gittiler?

Onları ne yıldırdı da bir daha dönmemek üzere, sessiz sedasız gittiler?



Ey güzel yurdumun güzel insanları!

Neredesiniz?

 

sebnemsever_42

Multi Aktif Üye
Katılım
20 Mar 2006
Mesajlar
2,373
Tepkime puanı
0
Yaş
41
Anadolumuzda yiyecek bir kaşık aşını hiç tanımadığı tanrı misafirleriyle paylaşan insanlarımız yaşarmış bir zamanlar.
Durumları pek iyi olmasa da bu güzel geleneği sürdürürlermiş.
Öyleymiş Anadolumuzun güzel insanları.
Köylümüz, kasabalımız hangi koşullarda yaşarmış pek bilmeyiz. Bize bunları anlatmak yerine ordularımızın Viyana Kapıları serüvenini anlattılar hep.
Adını sanını duymadığımız Anadolu insanlarımızın nasıl yaşadığını ne derece biliyoru?
Adını sanını tüm dünyanın duyduğu, nükteleriyle dünyayı şaşırtan Nasrettin Hoca'mızın aşağıdaki fıkraları belki bir görüş verir.
Adı sanı böylesine bilinen, tüm dünyanın tanıdığı bu güzel insanın ekonomik durumu böyle ise, sade insanlarımız nasıldı acaba?
Bir düşünelim isterseniz?



* Bir gün nasrettin hozanın evine hırsız girer. Hoca yatağında uyuma numarası yaparak hırsızı izler. Hırsız evde Nasrettin hocanın yatağı dışında ne var ne yoksa çuvalına doldurur ve evinin yolunu tutar. Hoca da evdeki tek eşya olan yatağını omuzuna alıp hırsızı izler. Hırsız evine gireceği sırada arkasından gelen Nasrettin Hocayı farkeder ve
"Sen de kimsin, ne istiyorsun?" diye sorar.
"Ne oldu ki, biz bu eve taşınmadık mı?" cevabını verir Hoca.


* Bir bayram günü küçük Nasrettin babasıyla birlikte Konya'dadır. Millet yiyip içiyor, ikramlar bol. Kendileri yokluk içinde yaşayan küçük Nasrettin bu garip durum karşısında babasına;
"Baba, burada herkes ne kadar zenginmiş! Biz köyümüzde yoksulluk içinde yaşıyoruz." diye sorar.
Babası;
"Oğlum bu gün bayramdır. Bayramlarda herkes varını yoğunu ortaya koyar. Bizim kasabamızda da şimdi öyledir." deyince Nasrettin;
"O zaman baba, neden her gün bayram yapılmaz?" diye sorar.


* Nasrettin Hocanın evine yine hırsız girer. Hoca gardroba gizlenir. Evde çalacak birşey bulamayan hırsız gardobu açınca Hoca ile karşılaşır?
"Burada ne yapıyorsunuz?" diye sorunca Hocamız;
"Sen evde çalacak birşey bulamayınca utandım da buraya gizlendim" diye yanıtlar.


* Nasrettin hoca konya sokaklarında aç arık dolaşmaktadır. Cebinde hiç parası da yoktur. Dükkanları izler durur. Sonunda bir bakkala girer ve bakkal ile aralarında şu konuşma geçer.
"Sizde un bulunur mu?"
"Bulunur"
"Şeker"
"Bulunur"
"Yağ"
"Bulunur"
"Öyleyse ne duruyorsun be adam, helva yapıp yesene!"


* Kasabanın zengini kasaba ileri gelenlerine yemek vermektedir. Nasrettin Hoca ve karısını çağırmamıştır. İçi gitmektedir Nasrettin ailesinin. Oraya gidebilmek için bir senaryo uydururlar. Kavga ediyormuş gibi yapıp sokağa fırlarlar. Ziyafet evinden sesleri duyanlar sokağa fırlar ve onları ayırıp haremlik, selamlık şeklindeki eve alırlar. Nasrettin hoca, baklava sinizinin başına oturur ve önündekileri yer. Başkasının önündeki baklavaya uzanmak ayıptır ama hoca doymamıştır. Bunun üzerine; "Şu karımı bi elime geçireyim; saçlarından tuttuğum gibi, şöyle bir çevirirm" diyerek baklava tepsisinin ortasından tuttuğu gibi çevirir ve önüne yenmemiş kısımlar gelir.


* Nasrettin Hoca ile karısı eşeğin sulanması konusunda tartışırlar. Sonunda aralarında ilk defa kim konuşursa eşeğin sulanması işini onun yapmasına karar verirler. Tabi ki karısı konuşmadan duramaz ve komşuya gider. Bir süre sonra eve hırsız girer. Hoca iddia üzere hiç konuşmamakta ve bir köşede sessizce oturmaktadır. Hırsız Hoca'nın köşede sessizce oturduğunu görür ve bir anlam veremezse de eşyaları toplamayı sürdürür. Ne var ne yoksa toplar, hatta Hoca'nın sessizliği karşısında başındaki kavuğu da alır  ve gider. Karısı komşunun çocuğuyla ona yemek gönderir. Amaç aynı zamanda onun konuşup konuşmadığını öğrenmektir. Komşunun çocuğu elinde yemek tabağıyla gelir fakat ev tam takırdır ve hoca bir köşede sessizce oturmaktadır. Çocuğu görünce işaretle hırsızın evin her tarafını toplandığını, başındaki kavuğu da alıp gittiğini anlatmaya çalışır. Çocuk ise Hoca'nın bu işaretlerini "tabaktakini evin orasına burasına dök, sonra tabağı kafama geçirip git" dediği şeklinde yorumlar ve öyle de yapar. Sonra da gider hocanın karısına gördüklerini ve yaptıklarını anlatır. Kadın bu garip durumu merak edip eve gider. Gördükleri karşısında şaşırır ve feryat eder;
"Hoca, bu ne hal!"
"Hah!" der hoca, "işte konuştun. eşeği sen sulayacaksın"


* Bir akşam Nasrettin Hoca'nın kapısı çalınır. Açtığında yabancı bir adam vardır karşısında. Adam kendisinin tanrı misafiri olduğunu söyler. Bunun üzerine hoca;
"Yanlış gelmişsiniz, onun evi şu karşıda" diyerek camiyi gösterir.


 

canik

Multi Aktif Üye
Katılım
1 Ara 2005
Mesajlar
15,169
Tepkime puanı
0
Yaş
1020
çok güzel bir konu canım elline sağlık.
ama eskiler eskide kaldı valla şimdi kimse kimseye güvenmez oldu.
şehirler bizi yabancılaştırdı mediniyet derken elimizdeki aslımızdanda olduk :bang :(
 

derin***

Multi Aktif Üye
Katılım
18 Mar 2006
Mesajlar
11,170
Tepkime puanı
0
Yaş
36
emeğine sağlık ssebnemmcim saol
 

AYŞE21

Aktif Üye
Katılım
20 Haz 2006
Mesajlar
893
Tepkime puanı
0
Yaş
39
paylaşım için çok sagol arkadaşım...
 
Üst