>>>Hayata Dair<<<

3va

Multi Aktif Üye
Katılım
3 Ocak 2006
Mesajlar
12,737
Tepkime puanı
0
Yaş
41
Bir zamanlar bir psikoloji kitabında okuduğum bir bölüm vardı...

Hayatın ve getirilerinin kıymetini anlamak için
tavsiye edilen bir metod vardı içinde...

Deniyordu ki;
"Arada bir, çok bunaldığınızda,
hayatın sizin için çekilmez hale geldiğini düşündüğünüzde
kendinize 10 dakika ayırın ve
kendi cenaze töreninizi düşünün"...


Cümleyi ilk okuduğumda çarpılmıştım...

Ben girişin akabinde pozitif bir gelişme ve tavsiye bekliyordum...

Ama
"kendi ölümümüzü ve cenazemizi"
düşünmemiz tavsiye ediliyordu...

Tüylerim diken diken oldu ve yazarın saçmaladığını düşündüm o an...

Ama önyargı düşmanı biri olarak okumaya devam ettim...

Diyordu ki;
" bunları düşündüğünüzde dünyadaki yerinizi,
dünyayı terkettiğinizde oluşacak boşluğu,
sevdikleriniz ve sizi sevenler için öneminizi anlayacaksınız...

Özellikle insanların sizin için neler söyleyeceklerini,
onlar için ne ifade ettiğinizi hissetmeye çalışın...

O andan geriye dönme şansınız olmadığını,
hayat denen kredinizin bittiğini ve
onlara yanıt verme şansınız olmadığını düşünün...

Tekrar sarılma, bir kez daha öpme ihtimalinizin bittiğini hissedin...

Dünyadaki küslüklerin, ayrılıkların,
kavgaların yanında bu acının ve
geri dönülmezliğin korkunç çaresizliğini yaşayın...

Bırakın canınız yansın,
bırakın alevler içinde kavrulsun tüm ruhunuz...

Orada, o musalla taşında düşünün kendinizi...

Seyredin şu an çevrenizde olanların yüz ifadelerini...

Akıllarından ve yüreklerinden geçen cümleleri hayal edin...


Kitaba devam etmeden bıraktım kenara
ve gözlerimi kapatıp aynen düşünmeye başladım...

Eşimi, oğlumu, annemi, babamı,
kardeşlerimi ve diğer tüm çevremi oturttum
tek tek kendi cenaze törenimdeki yerlerine...

Birer birer yerleştirdim tabutumun çevresine hepsini...

Hayatımda çok nadir bu kadar canım yanmıştı...

Görüyordum işte
"babaaaa..."
diye ağlayan biricik oğlumu...

Eşim
kucağında
"ağlayan emanetimle"
ayakta durmaya çalışıyordu perperişan...

Koca çınar babacığım,
belli belirsiz dualar okuyordu,
o gözümden hala gitmeyen vakur duruşuyla...

Annem,
ciğerinden bir parça canlı canlı koparılmış gibi
hem içine hem dışına akıtıyordu gözyaşlarını...

Kardeşlerim, akrabalarım
"çok erken gitti, doyamadı oğluna..." diyordu acıyan ses tonlarıyla...

Ve dostlarım... Onlar da şaşkındı...

Bazısı
"daha dün birlikteydik, nasıl olur...?"
diyordu...

Bunları seyredip onlara
"hayır ölmedim, burdayım.."
demek istedim hayal olduğunu unutup...

Sonra anladım yazarın ne demek istediğini
daha devamını okumadan kitabın...

Farkındalık önemli bir kavramdır psikolojide...

Belki de hiç aklımıza gelmeyen
ve gelmeyecek bir farkındalığı göstermek istemişti yazar...

Kitabı okumaya ne gücüm kalmıştı, ne de isteğim...

Almam gereken dersi ve mesajı almıştım...

Şimdi ne kitabın adını ne de yazarı hatırlamıyorum...

Şu an bunları yazarken bile çok kötü oldum...

Bu olayda tek farkındalık da yok üstelik...

Biraz kendime geldikten sonra devam ettim hayatımın en zor hayaline...

Sırada çevremdekilerin
ölümümün akabinde neler söyleyecekleri vardı...

Usulen ve nezaketen söylenenlerin dışında...

Onlarda bıraktığım izleri,
yaşananları ve yaşanamayanları elden geçirerek
ben konuşturacaktım hayalimde...

İçlerini okuyacaktım, senaryo bana ait olarak...

Yaşarken neler yazmıştım, ölümümle neler okuyacaktım...

Gerçek duygularıydı ulaşmaya çalıştığım,
ölüm acısının etkisiyle girilen duygusal mod değildi,
deşifre etmem gereken metin...


Canım oğlumun söyleyecek çok şeyi yoktu...

Özleyecekti, yokluğumu hissedecekti..
Ağlayacaktı aklına geldikçe...
Belki ölümün ne anlama geldiğini hissedecek yaşa gelinceye kadar
sıradan bir üzüntünün ötesine geçmeyecekti duyguları....

Ama hayal bu ya, 18-20 yaşına getirdim 2 saniyede oğlumu....

"Hayal - meyal hatırlıyorum be baba seni...

Keşke şimdi yaşıyor olsaydın da erkek erkeğe sohbet etseydik seninle...

Bak mezuniyet törenimde de babasızdım...

Askere giderken kimin elini öpeceğim senin yerine..."

diyecek canı yanarak bir köşede...


Sevgili eşim...

Benim muhteşem hatunum... Nasıl dayanır bensizliğe....

O ki benim için herşeyini feda edip koşmuştu bana...

Hayatının tek adamı şimdi toprak olacaktı... 

Bir daha seni seviyorum diyemeyecekti....

Bir daha hevesle açamayacaktı çalan kapıyı....

Ve her gelen gece bensizliğini haykıracaktı yüzüne...

Her sabah da bensiz başlayacaktı koca gün...

Tek cümlesi takıldı o an içime;

"oyunbozanlık yaptın be böceğim,
hani beraber ölecektik...."



Babam-annem, o bugüne kadar evlat olarak mutlu edecek
hiçbir şey yapamamanın acısıyla kahrolduğum güzel insanlar.....

Helaldi şüphesiz hakları... Bilerek hiç kırmamıştım onları....
Üzerine titredikleri evlatları onlardan önce göçmüştü işte...
Önlerinde ve dualarına muhtaçtım.....

Kaç anne ve babanın çekebileceği bir acıydı ki
evladının cenazesinde bulunmak....

Herhalde insanın uzun yaşadığına üzüldüğü nadir anlardan olsa gerek....


Diğerlerine geçmiyorum...

Bu yazıyı şu an yazıp sizlerle paylaştığıma göre
"diğerlerine" artık sizlerde dahilsiniz...

Düşünün, bir gün bir mail ulaşıyor "ölmüş" diye...

Sizler kimbilir neler düşünür ve yazardınız...

Eşim şu an yanımda ağlıyor, sanki gerçekmiş gibi...

Oysa ki yazarın amacı
"Yaşamanın ve hala nefes alıyor almanın kıymetini göstermekti..."

Benim de öyle...

Lafı çok uzattım farkındayım...

Ama hayat dediğimiz çözümü zor süreç
2 satırla özetlenemeyecek kadar girintili çıkıntılı...

Ben o gün kurduğum o hayalle, canımın tüm yanmasına rağmen

YENİDEN DOĞDUM...

Bilgisayar diliyle "format attım hayatıma"...

Sahip olduklarımın farkına vardım
ve hala nefes alıyor olduğum için şükrettim...

Gözlerimi açtığım anda o kötü ve acı sahne bitmiş, oyun perde demişti...

Peki ya hayal değil de,
gerçek olsaydı
ve perde bir daha açılmamak üzere kapansaydı...


İşte bu final bu yazıyı buraya kadar okumanıza değmiş olmalı...

Belki gerildiniz, kötü oldunuz ama devamını getirirseniz buna değer bence...

Ben bu akşam melankoliğim ve biraz abartmış olabilirim...

Hani sanatçı ve şairiz ya ondandır belki...

Bence bu yazıyı sadece okuyarak bırakmayın...

LÜTFEN ARADA BİR,
BURADAN ALDIKLARINIZI TARTIN,
DÜŞÜNÜN VE HAYATINIZI GÖZDEN GEÇİRİN...


Ölümün kime ve ne zaman geleceğini Yüce Allah'tan başka bilen yok...

İşte bu yüzden hazır yaşıyorken ve nefes alıyorken yapabileceklerinizi yapın,
ertelemeyin...

Bilerek - bilmeyerek
kırdığınız kalpleri tamir edin...

Sizi sevenlere ve sevdiklerinize
daha fazla zaman ayırın...


Biraz Hıncal abi tarzı olacak ama,
sevginizi ve verdiğiniz değeri haykırın onlara iş işten geçmeden...

Ve en önemlisi;

VERDİĞİ -VERMEDİĞİ,
ALDIĞI - ALMADIĞI HERŞEY İÇİN,
TEKRAR TEKRAR ŞÜKREDİN
YÜCELER YÜCESİ YARADAN'A...



(CAN DÜNDAR)​
 

3va

Multi Aktif Üye
Katılım
3 Ocak 2006
Mesajlar
12,737
Tepkime puanı
0
Yaş
41
sizler saolun arkadaşlar okuduğunuz için teşekkür ederim ;)
 

3va

Multi Aktif Üye
Katılım
3 Ocak 2006
Mesajlar
12,737
Tepkime puanı
0
Yaş
41
Bir yerlerde tıkanıp kaldığında hayat, soluk almak güçleştiğinde,
Yüreğin susup mantığın sürüklemeye başladığında ayakları,
Dağlara dönmeli yüzünü insan...
Yeni patikalar, yeni yollar seçmeli.. Yüreğini ferahlatacak..
Hep isteyip de bir gün yaparım diye ertelediği ne varsa,
gerçekleştirmeyi denemeli..
Her geçen an ile ölüme biraz daha yaklaştığını,
zamanın bir nehir, kendisinin de bir sal olup da,
o dursa da yolculuğun devam ettiğini anlamalı..
Baş döndürücü bir hızla geçiyorsa birbirinin aynı günler,
Her akşam aynı can sıkıntısıyla eve giriliyorsa,
Değiştirmeye çalışmalı bir şeyleri..
Yüreğine takmalı güneş gözlüklerini, güneşi görmeli..
Sağlığı kaybedip, ölümle yüz yüze gelmeden değerli olabilmeli hayat..
İlla büyük acılar çekmemeli, küçük mutlulukları fark etmek için..
Başkasını yerine koyabilmeli kendini,
Ağlayana "gül", inleyene "sus" dememeli..
Ağlayana omuz, inleyene çare olabilmeli..
Şu adaletsiz, merhametsiz dünyaya ayak uydurmamalı..
Sevgisiz, soysuz kalarak..

Dikeni yüzünden hesap sormak yerine gülden,
Derin bir nefes alıp hapsetmeli kokusunu içine..


Güneşin doğuşunu seyretmeli arada bir..
Seher yeli okşamalı saçlarını..
Karda, yağmurda: sevincine, coşkusuna;
Fırtınada, boranda; öfkesine, isyanına ortak olabilmeli doğanın..
Bir çocuğun ilk adımlarında umudu, bir gencin düşlerinde geleceği,
bir yaşlının hatıralarında geçmişi görebilmeli..
Çalışmadan başarmayı, sevmeden sevilmeyi,
mutlu etmeden mutlu olmayı beklememeli..
Ama küçük, ama büyük;
her hayal kırıklığı, her acı, bir fırsat yaşamdan yeni bir şeyler öğrenmek için..
Çünkü hiç düşmemişsen el vermezsin kimseye kalkması için..
Hiç çaresiz kalmamışsan, dermanı olmazsın dertlerin..
Ağlamayı bilmiyorsan, neşesizdir kahkahaların..
Merhaba dememişsen anlamsızdır elvedaların..
Ne herkesi düşünmekten kendini,
Ne kendini düşünmekten herkesi unutmamalı..
Bilmeli çok kısa olduğunu hayatın,
Hep vermek yada hep almak için..
Sadece anlatacak bir şeyleri olduğunda değil,
Söyleyecek bir şey bulamadığında da dinleyebilmeli..
Aklı ve kalbiyle katılabilmeli sohbetlere..
Hafızası olmalı insanın,
hiç değilse aynı hataları aynı bahanelerle tekrarlamamak için..
Soruları olmalı,yanıtlarını bulmak için bir ömür harcayacağı..
Dostları olmalı, ruhunun ve zihninin sınırlarını zorlayacak..
Herkese yetecek kadar büyük olmalı sevgisi
ama kapasitesi sınırlı olmalı yüreğinin ki hakkını verebilsin sevdiklerinin;
zaman bulabilsin, bir teşekkür bir elveda için..
Yaşam dedikleri bir sınavsa eğer..
Asla vazgeçmemeli sevmek ve öğrenmekten..
Ama herkesi sevemeyeceğini,
her şeyi öğrenemeyeceğini de fark edebilmeli..
Tıpkı her şeye sahip olamayacağı gibi..
Zamanın ninnisiyle uykuda geçirmemeli hayatı..
Yaşamalı anlamlıca,..
Yaşatmalı huzurluca....
 

3va

Multi Aktif Üye
Katılım
3 Ocak 2006
Mesajlar
12,737
Tepkime puanı
0
Yaş
41


Bir baba evlenmek üzere olan oğluna tavsiyelerde bulunuyormuş.

"Son tavsiyemi mutfakta anlatmak istiyorum" demiş.

Mutfağı ve yemek yapmayı bilmeyen delikanlı "Olur" demiş çekine çekine.

Baba, ocağa aynı büyüklükte üç kap koymuş, hepsini suyla doldurup üçünün de altını yakmış.

"Şimdi. İstediğim her şeyden iki tane vereceksin bana" demiş oğluna.

Sırasıyla havuç, yumurta ve kavrulmamış kahve çekirdeği istemiş...

Oğlu hepsinden ikişer tane vermiş babasına.

Adam iki havucu birinci kaba, iki yumurtayı ikinci kaba ve
iki kavrulmamış kahve çekirdeğini üçüncü kabakoymuş.

Her üçünü de yirmi dakika süreyle kaynatmış.

Daha sonra kapları indirip yemek masasına buyur etmiş oğlunu.

Yemek masasında üç tabak duruyormuş.

Kaplarda kaynayan havuçları, yumurtaları ve
kahve çekirdeklerini büyük bir özenle tabaklara yerleştirmiş.

Sonra oğluna dönüp sormuş: "Ne görüyorsun?"

Oğlu düşünürken açıklamaya başlamış.

"Havuçlar  haşlandıkça aslınıkaybedip yumuşamış.

Yumurtalar görünüşte baştaki gibi sert duruyorlar ama içleri katılaşmış.

Kahve taneleri ise olduğu gibi duruyor, başta neyseler sonunda da öyleler.."

Sonra asıl tavsiyesine sıra gelmiş:

"Evlilikte aşk ve şefkat birlikte olmalıdır.

Aşksız bir evlilikte her iki eş de şu gördüğün havuçlar gibi
birbirlerini tüketirler, eskitirler, pörsütürler.

Şefkatsiz bir evlilikte ise eşler birbirlerine ne kadar tahammül etseler de,
şu gördüğün yumurtalar gibi içten içe katılaşırlar, birbirlerinden uzaklaşırlar.

Aşkın da şefkatin de olduğu bir evlilikte ise, şartlar ne olursa olsun,
eşler tıpkı şu kahve taneleri gibi , birbirlerinin yanında kalırlar, kendi kişiliklerini yitirmezler.

Kahve tanelerinin tekrar kaynatılmaya hazır olmaları gibi, onlar da
birbirleriyle baş başa uzun yıllar geçirmeye isteklidirler. "


Oğlu aldığı bu dersten tatminolmuşa benziyordu.

"Asil ders bu değil!" dedi baba.

Oğlunun elinden tuttu, ocağın üzerinde bıraktığı kapların içinde kalan suları gösterdi.

"Havuçlardan ve yumurtalardan arta kalan suya bak... İkisinde de bir tat yok "

Kahve çekirdeklerini çıkardığı kaptaki suyu yavaşça bir fincana boşalttı.

Mis gibi taze kahve kokuyordu. Fincanı oğluna uzattı.

"İçmek istersin herhalde" dedi.

Oğlu kahvesini yudumlarken konuşmasını sürdürdü.

"Kahve çekirdekleri gibi birbirlerini tüketmeyen eşlerin paylaştığı yuva da işte böyle olur.
Mis gibi. Temiz ve huzur verici.

Başka herkesin fincanına koyup yudumlayacağı taze kahve gibi...
kahveniz0rh.jpg

Çünkü onlar birbirlerini harcamayarak,
birbirlerine aşkla ve şefkatle davranarak
hayata kendi tatlarını, kokularını ve renklerini katmayı başarırlar."

 

roselife

Multi Aktif Üye
Katılım
17 Ara 2005
Mesajlar
6,952
Tepkime puanı
0
Yaş
35
çok saol canım ya çok güsel bi paylaşımm  ;)
 

derin***

Multi Aktif Üye
Katılım
18 Mar 2006
Mesajlar
11,170
Tepkime puanı
0
Yaş
36
çok güzel bu yaaa sağolasın verliebt ;)
 

elaözlem

Aktif Üye
Katılım
13 Tem 2006
Mesajlar
1,454
Tepkime puanı
0
Yaş
36
harika olmuş çok teşekkürler böyle bi yazı için emeğine sağlık
 

3va

Multi Aktif Üye
Katılım
3 Ocak 2006
Mesajlar
12,737
Tepkime puanı
0
Yaş
41
ben teşekkür ederim :) ;)
 

derin***

Multi Aktif Üye
Katılım
18 Mar 2006
Mesajlar
11,170
Tepkime puanı
0
Yaş
36
ama ilki süperdi bayıldım yaaaa :alkis
 

AYŞE21

Aktif Üye
Katılım
20 Haz 2006
Mesajlar
893
Tepkime puanı
0
Yaş
39
Bir Hayat Kayar Ellerinizden

--------------------------------------------------------------------------------

hani, bir kitap okumaya başlarsınız...
ilk satırlarda çeker sizi içine...
öyle güzeldir ki anlatım…
tüm gerçeklik bir yana...
o kurgunun içine kapılır gidersiniz...
öyle kapılırsınız ki...

uzaklardan bir el uzanıp
tutar ellerinizden...
alıp götürür…
uzaklara…
kokusu ulaşır size dağların,denizin,çiçeklerin...
bir meltem okşayıp geçer teninizi...
dokunuşları hissedersiniz ya yüreğinizde...

hani, bilseniz de kurgu olduğunu...
o akışı bırakmak istemezsiniz...
bir yandan merak edersiniz ...
\"ne olacak?\"
bilirsiniz oysa...
hiç bir şey olmamıştır...
olmayacaktır...
her şey sadece ihtimaller bütünüdür...
ve o ihtimaller öyle yaşanılası…
ve o kurgu öyle gerçektir ki..
yaşadığınız ana baskın çıkar ya...

ama nedense...
“son” önemlidir hep...
o kitabın da sonuna ulaşmak istersiniz...
diğer yandan o kitabı bitirmek , o hayali tüketmektir…
bilirsiniz….
her sonun bir tükeniş olduğunu öğretmiştir hayat size...

okumak - okumaya kıyamamak bir çelişki olur içinizde...
oysa, çelişki daha çekici kılar o kitabı...
daha bir özümsemeye başladığınızı hissedersiniz o noktadan sonra okuduklarınızı...
her sayfada “son” a biraz daha yaklaştığınızı bilerek…
her sayfada biraz daha kaybederek…
her sayfada biraz daha tükenerek…
ve içiniz burkularak o “son” sayfa…
kitabın arka kapağını kapatırsınız usulca…
siz dışarıda kalansınızdır…

her şey ilk sayfa ile son sayfa arasında, avuçlarınızdadır şimdi…
sımsıkı tutarsınız birkaç dakikalığına ellerinizde…

bazı ilişkiler gibi…
hani, bitmesine kıyamadığınız…
tüm güzelliğine rağmen devam edemeyeceğini…
gideceği bir yer olmadığını…
sadece bir ihtimalin yaşandığını bildiğiniz…
bir ilişki gibi…
yüreğinizden bırakmak istemeden…
ama artık sadece dışından bakarak…
sımsıkı sarıldığınız birkaç dakika gibi…

ve sonra…
bir hayat kayar ellerinizden…
kütüphane raflarındaki yerini alır…
ara sıra sayfaları yeniden karıştırılmak üzere…
:ter:
 

3va

Multi Aktif Üye
Katılım
3 Ocak 2006
Mesajlar
12,737
Tepkime puanı
0
Yaş
41
Teşekkürler AYŞE21 paylaşımın için... güzel bir yazı
kayıp gitmeyecek hayatlara sahip olmak dileğim ama....
 

AYŞE21

Aktif Üye
Katılım
20 Haz 2006
Mesajlar
893
Tepkime puanı
0
Yaş
39
Vêr£İêßt' Alıntı:
Teşekkürler AYŞE21 paylaşımın için... güzel bir yazı
kayıp gitmeyecek hayatlara sahip olmak dileğim ama....


ben  teşekkür  ederim  size  herşey  için..
saygılar....
 

3va

Multi Aktif Üye
Katılım
3 Ocak 2006
Mesajlar
12,737
Tepkime puanı
0
Yaş
41
Öyle bir zamanı yaşıyoruz ki, cebelleşmeler hayatın bir parçası haline geldi. Birileri hep yenmek, diğerleri ise yenilmek zorunda sanki. Büyük balık küçük balığı yutup semirmezse eğer, en büyük balık onu ham yapıveriyor. Her şey matematiksel gibi görünüyor aslında: Kaybın tersi, kazanç; kazancın tersi, kayıp.

Lâkin; bir savaştır, alıp başını gidiyorsa, kardeş kardeşin kuyusunu kazıyorsa, analar çocuklarına karşı dürüst değilse ya da kadınlar kocalarına karşı... Peki hâl böyleyken biz, neden hâlâ iki kere ikinin kaç ettiğini hesaplayıp duruyoruz. İki ile ikiyi alt alta koysak da, yan yana koysak da, çarpsak da, toplasak da işlemin sonucunu bulamayız. Çünkü bu işlemin sonucu, hiçbir zaman dört çıkmaz bizim için. Beş eder mi? O da tabiata aykırı...

Görünen o ki matematiksel hesaplarla toplumsal problemlerimizin çözümünü bulamıyoruz.

O halde, "BEN" doyuyorsam, "SEN" doymasan da olur; "BEN" zenginsem, "SEN" açlıktan kıvransan da olur ya da "BEN" yaşıyorsam, "SEN" ölsen de olur. Bu günden ne kurtarırsam, felekten ne aparırsam kâr bana.

Ya "SEN"! "SEN"i kim düşünecek? İşte yitirdiğimiz en büyük değer, yenilgilerimizin en büyüğü bu galiba. Fedakârlık ise, zaten içinden çıkamadığımız bir muamma. Kelime anlamı rölatif, fiiliyatı hepten kayıp. Saymakla bitecek gibi değil. Güzellik ve sevgi adına ne varsa hepsi tükendi. Öyle ki, kayıplarımızın çetelesini tutamaz hale geldik. Hep bir savaşımı yaşar dururuz da yanı başımızdaki felaketlerin farkında dahi olmayız. Çünkü, günü birlik ve fert fert yaşıyoruzdur artık.

Çözümsüz değiliz muhakkak. Yenilenlerin kelepçelerini kırması gerekiyor ya da ağlaması gerekiyor birilerinin; tâ ki, "BEN"in nasır tutmuş, kurumuş yüreği ıslanıncaya kadar, fedakârlık nerede yitirildiyse bulununcaya kadar.

Cezayı defterlerimizden silmeliyiz ki, korkmasın suçlular kucaklaşmaya. Şefkati yürek sayfalarına yazmalı ki, melekler bizi kıskansın. Süslenmeliyiz gelinler gibi, gönlünü bize açan her misafiri kapıda karşılamak için.

Fazla söze ne hacet, muştular madde değil sevda; sevgiler gölge değil Leylâ olmalı. Önceliklerimiz "BEN" değil, "SEN ve BEN" olmalı...

 

3va

Multi Aktif Üye
Katılım
3 Ocak 2006
Mesajlar
12,737
Tepkime puanı
0
Yaş
41
Asla değiştiremeyeceğin şeyler için üzülme.
Değiştirebileceğin ama istediğin halde değiştiremediğin şeyler için
mutsuz ol veya asla asla bir daha sevmeyeceğim deme..
Mahcup olursun...

Asla sevgiyi arama çünkü sen aradıkça o saklanır kapı arkalarına..
Sevgi seni istedi mi bulur..
Zamanı vardır.. Tıpkı baharı kışta arayıp da bulamayacağın gibi...
Ya da bulsan da asla onun gerçek bir bahar olmadığını
kabul etmek zorunda olacağın gibi ..
O bulduğun sadece bir aldanmışlıktır..
Aldanırsan,tıpkı kış ortasında
çiçek açan erik ağaçlarına dönersin..
Kisin ortasında sevinçten çiçek açarsın..
Kış gerçek yüzünü gösterince de donarsın,
Anlarsın ki yaşadığın bahar kış ortasında yaşanan yalancı bir baharmış....
Erik ağacı gibi donarsın
O zaman ve o yaz boşa geçer.. Meyvesiz kimsesiz

Sevgi aranmaz..Sevgi istedi mi seni bulur.
Hiç ummadığın bir anda arkanda beliren bir dost olur bu bazen..
Vapurda ensende hissettiğin bir nefes alır götürür seni sevgiye,
Bir tesadüf sana sevgiyi taşır..

Sen sevgiyi aramamışsındır.
Tıpkı gecikse de gelen ve geleceğinden emin olduğun bahar gibi.......
Tıpkı bir sabah kalktığında baharın pürüssüz yüzü ile karşılaşman gibi
bulmuştur seni sevgi............
Sevgiyi Kaybederken de cesur olmalısın..
Yüreğin dolu olmalı sabır ve güçle
Her kaybedilen kazanılan bir derstir zaten

Sevgi çok şey öğretir severken ve kaybederken
Sevgiyi kaybederken
Sevgiliyi kaybetmenin ne zor olduğunu öğrenirsin
Sevgiyi kaybederken
Aslında onu hiç kaybetmek istemediğini öğrenirsin
Sevgiyi kaybederken
Onu kaybetmenin, bulmak kadar güç olmadığını
Ama acısına katlanmanın ne güç olduğunu öğrenirsin
Sahipken sevgiye hep yanında olacakmış gibi
Onu hoyratça harcamışsındır..
Kaybettiğinde ise her an yanında olacağına inanmakla
Ne büyük yanlış yaptığını anlarsın
Ve bir daha ki sevginde daha temkinlisindir..
Hem severken, hem kaybederken
Bir önceki sevgi öğretmiştir bunu sana..
Her kayıp bir derstir almam gereken
Çünkü hiçbir sevgi tek başına var olamaz..
Ayrılamaz daha öncekilerden...

 

3va

Multi Aktif Üye
Katılım
3 Ocak 2006
Mesajlar
12,737
Tepkime puanı
0
Yaş
41
<<< Zamanım Olsaydı >>>

Emma Bombeck Avustralya'da kanserden öldü. Ölümünden hemen önce şunları yazdı..

"Hayatımı yeniden yaşayabilseydim eğer; Hastayken yatağa girer dinlenirdim. Ben olmadığım zaman her şey kötüye gidecek diye düşünmezdim..

Gül şeklindeki pembe mumu saklamaz yakardım..Daha az konuşur, ama daha çok dinlerdim..

Yerler kirlense, masa örtüm lekelense bile daha çok arkadaşımı akşam yemeğine davet ederdim..

Oturma odasında TV seyrederken, patlamış mısır yer, şömineyi yakmak isteyen birisi olduğunda ona engel olmazdım..
Yerler leke olacak diye korkmazdım..

Bana gençliğini anlatmaya çalışan dedeme daha çok vakit ayırırdım..

Kocamın sorumluluklarını daha çok paylaşırdım..

Saçım bozulmasın diye, arabanın camının açılmasını önlemezdim..

Eteğimin lekelenmesine aldırmadan çimlere otururdum..

TV seyrederken daha az, hayata bakarken daha çok ağlar ve gülerdim..

Ömür boyu garantilidir denilen hiçbir şeyi satın almazdım..

Hamileliğimin bir an önce sona erip, doğum yapmayı dilemek yerine,
hamile olduğum her anın tadını çıkarır ve içimde bir canlı büyütmenin
ne kadar harika olduğunu fark ederdim.. Bu o kadar nadir bir olay ki.. Mucize gibi bir şey..

Çocuklarım beni öpmek istediklerinde, asla "Önce git ellerini yüzünü yıka" demezdim..
Onlara daha çok "seni seviyorum", ondan da daha çok "özür dilerim" derdim..

Ama başka bir hayat verilseydi en çok yapacağım şey; her dakikasını değerlendirmek olurdu..

Dikkatle bak.. Gerçekten gör.. Yaşa.. Vazgeçme..
Küçük şeyler için şikayet etmekten vazgeç..

Bana benzemeyenler, benden daha çok şeye sahip olanlar ve kimin ne yaptığı beni ilgilendirmezdi..
Bunun yerine, ilişkilerimi güçlendirmeye çalışırdım..

Sahip olduğunuz ruhsal, fiziksel ve duygusal her şey için Allah'a şükredin..

Tek bir hayatınız var ve bir gün sona eriyor..
Umarım her gününüzü değerlendirirsiniz.."
 
Üst