Ayrılığın Anatomisi...!!!

3va

Multi Aktif Üye
Katılım
3 Ocak 2006
Mesajlar
12,737
Tepkime puanı
0
Yaş
41
" İnsanların birbirini tanıması için en iyi zaman, ayrılmalarına en yakın zamandır.." der Dostoyevski...

Veda acısı, kabuğunu soyar insanın; yaldızını kazıyıp çırılçıplak ortaya serer. Birlikteliğin örttüğü tüm kusurları, ayrılık sergiler. Bir ayrılık arifesinde helalleşilir ve o an hakiki tabiatlarıyla yüzleşilir.

"Ölene kadar" diye söz verilmiştir, ama "ölüm yolunda" başka tercihler belirmiştir.

Kararsız prensesin vicdanı azap çekerken 7 cücelerin Somurtkanı "Aklını başına al" diye fısıldar kulağına; Haytası ise "Kalbinin sesini dinle.." diye çekiştirir eteğinden...

Hep hayran bakan gözlere, hatalar takılmaya başlar.

"..ama" ile biter alelade iltifat cümleleri:

"Sen iyi bir insansın, ama arkadaşların kötü", "Seni seviyorum, ama bu ilişkide mutlu değilim..", "Ben başka türlü bir beraberlik düşlemiştim..." vs.. vs...


Sonra gelsin uykusuz geceler... Bir türlü karar verememeler... Ruhen gidip gelmeler... "Hele biraz daha zaman geçsin" diye nikah ertelemeler...

Birlikteymiş gibi yaparken, sevecek başka yüzler, yüzecek başka denizler kollamalar...

"Aslında bütün bunlar bizim iyiliğimiz için" e kendini inandırmalar...

Sonrası hep aynı:

Bekleyenin "Hani sonbaharda buluşacaktık. Hazan geldi geçti, sen gelmez oldun..!" sızlanmaları...

Bekletenin "Geliyorum.. Az kaldı..." oyalamaları...

Bittiğini bile bile işi uzatmalar; söyleyemedikçe hepten batağa saplanmalar... Terke makul bir gerekçe ararken hepten çarşafa dolanmalar...
Veda konuşmasında süslü iltifat cümlelerinin arasına, o cümleleri hiçleştiren mayınlar serpiştirmeler...
Üzgün görünmeler...
Bağış dilenmeler..
"...ama kaçınılmazdı" demeler...
"Sözünden caydın" yakınmalarını "Sen de eski sen değilsin. Değişmişsin.!" diye göğüslemeler...
Asıl kendinin değiştiğini bilmezden gelmeler...

Ve...

Son sahne:

Terk edenin o mahcup "Gönlüm başkasında" itirafına karşılık terk edilenin kırık çalımı:

"Uğurlar olsun! Ben yoluma devam ediyorum".

İhanetler böyledir: İlki, bir yenisine gebedir; ikincisi daha az acı verir. ondan sonra dur durak yoktur: güvenilmez aşık, sevdikçe kıran, gezdikçe ardında bir kırık kalpler mezarlığı bırakan biçare dervişe döner...

Artık acılara hapsolmuştur: buluşmak istedikçe ayrılacak, birleşmeye çalıştıkça parçalanacak, sonunda terk ettiklerinin "ah" ı tutup, terk edildiğinde mukadder yalnızlığına kapanacaktır...
 

3va

Multi Aktif Üye
Katılım
3 Ocak 2006
Mesajlar
12,737
Tepkime puanı
0
Yaş
41
Ayrılık, yarımların acısını bırakır ömrümüzün herhangi bir vaktine. Yaşanılan acı sadece bir sözcüğün sıradanlığına sığdırılmıştır. Oysa o, soluk alıp verilen her dakikada saklıdır. Gecenin karanlığı ile gelen sızı, göçmen kuşların kanadına takılan sevinç, kuzeyden esen rüzgarın kokusu, sonsuz dokunuştur ayrılık.

Giden biraz yaşanmışlık biraz da yaşanacak şeyler götürmüştür. Biraz kendi ömründen biraz da onun ömründendir götürdüğü. Oysa gözlerdeki ıssızlıkta bulunmuştur aranılan. Hiç bir bencillik kıyılarına uğramadan yanaşılan bir limandır yaşanılan. Onca kalabalığın içinde çırılçıplak bulunulan yalnızlıktır paylaştıkları. Uzun zamanlardan topladıklarıdır birbirlerine sundukları. Giden götürmüştür bir ömür biriktirdiği acıları da.

Bir kuş kanadının çırpınışı kadar kısadır. Her şey bir anda bitiverir. Bulunduğu gibi, yüreğe kabul edildiği gibi, anlaşıldığı gibi değildir bu. Zamanın hızı daha acımasızca işler terk edişin durağında. Başlarken duyulan kaygıların dizildiği, kuşkuların yer edindiği kadar uzun değildir ömrü. İki kirpiğin buluşma anından daha hızlıdır bazen ayrılık. O ilmek ilmek işlenen, günlerce diller dökülen ve bin türlü acının içinden süzülerek getirilen sözcüklerin sihrinden yoksundur.

Çünkü hiçbir yıkımın hassaslığa ihtiyacı yoktur. Onda ayrıntı da yoktur. O sadece yıkar giderken... ve yıkım zaman ile bir bağ kurmaz. Çünkü zamanın yeri yoktur gidenin bıraktığı yerde. Giden zamanı da almıştır yanında, gelecek geçmişin gölgesindedir artık.

Mısralara sığmaz olur acının derinliği. Uçurumlar ile kıyaslanır yalnızlık. Uçurum kenarında gezer güzel ve acı anılar. Her seferinde kalandır bu uçuruma devrilen.Ve hep kalandır anıların cenderesinde boğulan. Fırtınalarda kaybolan, girdaplara takılan. Bilir ki kurtulduğu her fırtınadan, çıktığı her kuytuluktan yokluğu duyacaktır. Bundandır ki hep kalan, ayrılığın nedenlerini düşünür uzun uzun. Bir kuyunun derinliklerinde bulacağı ışığın onu getireceğini sanarcasına.

Çaresiz kalınca, sanık sandalyesini kurar. Bir kendini oturtur bir de gideni. Ama bulamaz suçu tespit eden bir delil. Hep pişmanlıktır gelip dilinin ucuna dolanan. Ve güzele dair anlara kızmaya başlar. Güzel anlardan pişmanlıklar gelip oturur içine. İşte o zaman gerçekten bitmiştir aşk. Yaşadığın güzellikten duyulan pişmanlık bitirir her şeyi. Oysa kızılan ayrılıktır. Ayrılanın acımasızlığıdır. Belki de tanınamayandır kızılan. Giden hep bir kapı aralamıştır kendine. Bir perde çekemez yaşadıklarına ama daha bir güvenle bakar hayatına.

Oysa hep bir kırık ayna taşır yanında ve her düşündüğünde aşkı o aynadan bakar kendine. Belki de kalandan beklediği itaattir, kabulleniştir, sesindeki çaresizliği hissediştir. Bilmez ki ne büyük bir yalnızlıktır içine düştüğü. Çünkü her veda kötü bir alışkanlık bırakır insanın hayatına. Veda ettiğin gibi edilen olmanın da korkusunu salar yüreğine. O, acımasızlığın nasıl olduğunu bilir. Bunun içindir ki, aşkı bir önceki gibi yaşayamaz. Çünkü aşkta acıma olmadığı gibi acımasızlığa da yer yoktur. Bu nedenle her yeni aşka bu korkunun gölgesinde başlar giden. Artık giden değil kalan olmanın korkusu taşıyandır.

Her ayrılık, bir filmin sahnelerini bir romanın sayfalarını andırır. Bu yara bir daha asla kapanmaz ve hiçbir ilaç iyileştirmez sanılır. Artık ne kuşların kanatlarına takılan sevinci duyumsar, ne bir çocuğun tebessümünü fark eder ne de ağlamak onu teselli eder. O sadece, yalnızlığının girdabında nasıl boğulduğunu düşünür. Her ayrılık, bitmişliğin veya zor ile kazanılanın kolay kaybedilmesinin kabullenilmemesidir; kendisine sorulmadan alınan bu kararın incittiği onur, sevgi sözlerinin ardında gizlenmiş olan terk edişin bir anda bilinmesidir ayrılık acısı.

Her veda çıktığı kapıyı açık bırakır. Arkasından kapatmaz, kapatamaz. Çünkü o arkasına bakmadan gidendir. Arkaya bakmanın, bıraktığı yıkıntıyı görmenin anılarında silinmeyen bir acının resmini çizeceğini bilir. Bu nedenle hiçbir veda arkasına bakmaz ve bu nedenledir ki, çıktığı kapıyı kapatmaz.

Oysa her veda şunu hep unutur; her aşk bir veda kapısından girer.
 

3va

Multi Aktif Üye
Katılım
3 Ocak 2006
Mesajlar
12,737
Tepkime puanı
0
Yaş
41
ben teşekkür ederim :) ;)
 

3va

Multi Aktif Üye
Katılım
3 Ocak 2006
Mesajlar
12,737
Tepkime puanı
0
Yaş
41
Rendelenmiş Ayrılıklar...

Küçük küçüktü adımları... Her başlangıçta, sonunu geciktirmeyecek kadar kısa. Ellerinin arasına sıkıştırdığı turuncu şekerlemelerin, az sonra başını döndürecek olan etkisinin bilinciyle acele etmiyordu... Nasıl olsa kederin gidişi, gelişinden kısa olacaktı. Yolculuğun duman duman bakışları yerleşecekti kalbinin çatı katına. Tek kapaklı yalnızlığının yerini çoktan ayırtmıştı... Üç kişilik odalarda solunum yetersizliği çeken ömrünün hemen kıyısında bir yaşam sürmekten aldığı acıyla karışık tat, bir zaman sonra yerini tamamıyla acıya bırakmıştı. Kararı kesindi... Elinde kalan tek odayı, toprak kokusuna yakın yere ayırt etmişti...
Zaman...
Sadece tik tak seslerinin gölgesinde tozlanacak, birkaç ufak titremeye daha ihtiyacı vardı...
Sonrası... sonrası turuncu bir dünyada tunçtan düşler...


Her zamanki yerine, kırmızı-siyah yastığının pencereye yakın köşesine bırakıverdi kendini... Dün geceden kalmasını umut ettiği lekelere baktı. Oysa, koca bir ömür geçmişti o lekelerin üzerinden...

Portakal kabuklarının sayısız bıçak darbesiyle rendelendiği bir geceydi... Ellerinin arasından sızmıştı damlalar...
Turuncu göz yaşları...


Küçük küçüktü adımları... Her başlangıçta, sonunu geciktirmeyecek kadar kısa. Ellerinin arasına sıkıştırdığı turuncu şekerlemelerin, az sonra başını döndürecek olan etkisinin bilinciyle acele etmiyordu... Nasıl olsa kederin gidişi, gelişinden kısa olacaktı. Yolculuğun duman duman bakışları yerleşecekti kalbinin çatı katına. Tek kapaklı yalnızlığının yerini çoktan ayırtmıştı... Üç kişilik odalarda solunum yetersizliği çeken ömrünün hemen kıyısında bir yaşam sürmekten aldığı acıyla karışık tat, bir zaman sonra yerini tamamıyla acıya bırakmıştı. Kararı kesindi... Elinde kalan tek odayı, toprak kokusuna yakın yere ayırt etmişti...
Zaman...
Sadece tik tak seslerinin gölgesinde tozlanacak, birkaç ufak titremeye daha ihtiyacı vardı...
Sonrası... sonrası turuncu bir dünyada tunçtan düşler...
Tıpkı gecikmeyen ayrılık gibi...

O gün bugündür, takvimlerden kaçıra kaçıra taze tutmuştu hayattaki tek anısını... Ama artık geçmişin ağır kokusu, beş altı saniyelik bir göz dalışıyla tazeliğin yerini acımadan almıştı.
Akıtacak tek damlasının kalmayışı...
Onca yitirilmişliğin ardından, elinde kalan yalnızca bu lekelerdi... İçinde birleşen üç rengin kamaştığı bir ışık hüzmesi, geceye dalan bakışlarını ansızın delivermişti. Rendelenmiş bir ömrün hemen üzerindeydi.
Tıpkı yıllar öncesinde olduğu gibi, yine tek kelimeyi doğrultamıyordu dudaklarının arasında. Sıkışıp kalmıştı huzurun aynasına yansıtacağı düş bozumu yalnızlığında...
.........Sık(ış)mıştı her yanına dolanan anı çöplüğünün gerdan büken duruşları.........

Topallayan yıldızlara göz kırptı önce... Bu gece bütün eklemleri kırılacaktı ne de olsa; yıldız kaysa, kimin umurunda olur ki diye düşündü? Hiçliğin ipine birazdan geçirecekti içindeki her bir odayı... Geriye tek bir oda kalacaktı...
Soğuk, rutubetli ve yalnız...
Tek bir oda...

Avuçlarındaki şekerlemeleri, çok sevdiği bakır çanağın içine yavaşça yerleştirdi... Elleri terlemişti. Kendinden daha fazla önemsiyordu onları. Öyle ki, sanki incineceklermiş gibi büyük bir özenle taşımıştı şekerlemeleri... Daha onlara bakarken yerleşmişti yanaklarına rahatlığın sırnaşık tadı...

Gülümsedi...

Uzatmanın anlamı yoktu. Bir şey ne kadar zaman alırsa, o kadar uzaklaşırdı ulaşılmak istenen...
Hem, hayat tüm kısa yolları öğretmemiş miydi?


Tek bir hamle yetmişti, turuncu ayrılığın resmini yırtarken...
Rendelenmiş tozlar, parmak uçlarından kana karışmaya çoktan başlamıştı bile. Artık tek odalı yalnızlıklarda oturacaktı...
....ve ayrılık, son defa rendelenmişti...
 

3va

Multi Aktif Üye
Katılım
3 Ocak 2006
Mesajlar
12,737
Tepkime puanı
0
Yaş
41
Bahar vakti ayrılık, olacak iş mi bu şimdi. Vakit gecenin bilmem kaçı, kaçı kaç geçiyor, kaça kaç var umurumda değil! Uykusuzluğun buruk tadına ve eskittiği tenime alışalı epey oldu. Sabaha erken uyanıp buluşacağım biri yok nasıl olsa..

Gecelerimin uykusuzluğunu takan yok. Ama olsun, gecelerim ve rüyalarım artık yalnız bana ait, yalnız gönlümle yaşadığım vuslat. Ruhum ve bedenim baş başa halleşmekteler.

Gün boyu yavan kalabalıklar arasında birbirinden uzak iki aşık gibi ruhum ve bedenim, gecenin geç sabahın ilk saatlerinde vuslattalar.

Bu gün şehri baştan aşağı yalnız dolaştım, hoş hep yalnızlıkta geçti ya ömrüm,
yine yalnızdı bahar akşamlarında düşüncelerim.

Kimseye ilişmeden bir ruh gibi dolaştım parklarda. Kimse beni görmüyordu, sesimi duymuyordu, ama ben insanların bedenlerini geçiyordum, ağaçların damarlarını sayıyordum, hatta park bekçilerinden korkmadan salıncaklara biniyor, çocukları öpüyor, minikleri tahteravalliye oturtuyor, yürüteçlerdeki bebekleri öpüyordum.

Olacak iş değil ama, sanki bütün yüreklere bir humma inmiş gibiydi, bütün yüreklerin bir damarı tıkanmıştı, halbuki bu bahardı, aşk zamanıydı.
Gözlerinin içine giriyordum insanların, yüreklerinin, beyinlerinin en derin noktalarına, duygularının en mahrem olanlarına kadar bir şey arıyordum, aradığım bir şey vardı bende olmayan. İnsanlar gülüyor, şakıyor, eğleniyorlardı zahiren ama içlerde, gerilerde, derinlerde ise hep o boşluk vardı. Kulak kabarttığım konuşmalarda sanki utanılıp söylenmeyen ayrılık şarkıları seziyordum, ya da yan yana yürüyen aşıkların aralarında siyah perdeler görüyordum habire..

Belki de böyle bir şey yoktu da hislerim bana böyle söylüyordu, kim bilir..
Çay bahçelerinde insanlar masalarda hep tek başlarına oturuyordu. Çay değil zehirdi sanki içtikleri. Son yudumda garson yenisini getiriyor, bir daha bir daha... Herkes çay bahçesinin altındaki limandan çıkan gemilere biniyor, uzaklaşıyor, kaybolma noktasında koynunda getirdiği dinamiti ateşleyip gemiyi batıran hasta ruhlu kaptanlara benziyordu. Ve her kadeh, her damla intiharı masum kılmak adına yudumlanıyordu... Kül
tablalarında üçlü beşli izmaritler. Her bir parça tütünün çığırtısını duyuyordum, feryadını hissediyordum, içim eriyordu...  Ayrılık vardı o iç çekişlerde, acaba tütün çığlıkları daha mı güzelleştiriyordu acıları, ayrılıkları, kim bilir.. Yoksa bu kadar insanın hepsi birden mazoşist olamazdı.

Ayrılıktı gördüğüm bütün manzara, hani dalganın kayalardan geri tepmesi
bile ağlatacaktı beni. İnsanlar birbirine daha bir dargındı bu gün.

Bahar vakti ayrılık, olacak iş mi bu şimdi. Niye vuslat dururken ayrılık, niye dağları delen Ferhatcasına ihtirasla istenen birliktelikler, böyle çekilmez saatlere dönüyordu! Bilmem ki niye sönerdi her Leyla'nın yaktığı harlı ateş. Ve Kays'ı yakan efsunlu bakışlar anlamsız kalmaya mahkum mu hep! Acaba her sevdaya nazar mı değerdi, yoksa ayrılık mıydı Belkıs'ın aşkını sevda deminde tutan sır..

Şarkılar, ah bütün şarkılar ayrılık söyledi durdu. Aşkı anlatmak için ayrılık güfteleri, her yanda ayrılık kokuyordu artık.. Ayrılık rüyalarıma kadar uzatmıştı vebalı elini, vuslat umduğum tek yer olan rüyalarım bile artık beni mutlu etmiyordu, aşkımı getirmek şöyle dursun, rüya meleğim bile, bir ayraç vazifesi görüyordu. Bu yüzden uyumaktan kaçar oldum günlerdir. Yok yok, hayır, bahar vakti ayrılık, olacak iş mi bu şimdi!

Belki içimdeki ayrılık rüzgarlarının ürpertisinden kurtulmak, yalnızlığımı paylaşarak acımı hafifletmek için hislerimi insanlara, mutlu çoğunluğa yansıtıyorum.

Güzel ve mutlu insanlar, kendi karmaşamdan korkup sizleri acılarıma ortak ettiğim için beni affedin. Sevin, mutlu yaşayın, aşksız kalmayın.

Bahar vakti ayrılık, olacak iş mi bu şimdi..

Bana gelince....
Bilmiyorum. Benim için de bahar vakti, bahçedeki ağaç benim için de açtı, otlar ve böcekler benim içim de sevişiyor, güller benim için de salıyorlar havaya kokuyu. Ama bir yerlerden ayaz esiyor, üşüyorum, duygularım yıkılmazsa eğer ben de sevmeye devam edeceğim.

Sevmekten vazgeçmek istemiyorum çünkü.....

 

3va

Multi Aktif Üye
Katılım
3 Ocak 2006
Mesajlar
12,737
Tepkime puanı
0
Yaş
41
Sen de saol canım benim ;)
 

roselife

Multi Aktif Üye
Katılım
17 Ara 2005
Mesajlar
6,952
Tepkime puanı
0
Yaş
35
Bahar vakti ayrılık, olacak iş mi bu şimdi. Vakit gecenin bilmem kaçı, kaçı kaç geçiyor, kaça kaç var umurumda değil! Uykusuzluğun buruk tadına ve eskittiği tenime alışalı epey oldu. Sabaha erken uyanıp buluşacağım biri yok nasıl olsa..
:-\  :-\  :-\ :'(

saol canım  ;) 
 

3va

Multi Aktif Üye
Katılım
3 Ocak 2006
Mesajlar
12,737
Tepkime puanı
0
Yaş
41
Sen de saol bitanem ama surat asmak yasak özellikle sana :) ;)
 

3va

Multi Aktif Üye
Katılım
3 Ocak 2006
Mesajlar
12,737
Tepkime puanı
0
Yaş
41
sende saol bitanesiii ;)
 

3va

Multi Aktif Üye
Katılım
3 Ocak 2006
Mesajlar
12,737
Tepkime puanı
0
Yaş
41
Bazı anlar vardır.Kelimelerin sadece harf olarak göründüğü ama anlam ifade ermeden boşlukta asılı durduğu anlar.

Öfkenin kızgınlık sayesinde doruğa ulaştığı anlarda.Özlemin tıpkı futbol maçlarında yedek kulübesinde bekleyen oyuncular gibi olduğu anlarda.Rüzgarların günbatımı ve karayelden esmekten bıktığı anlarda.Yanık ses ile saz tellerinin birbirlerini buldukları anlarda.Gecenin bir vakti mum ışığında boş beyaz sayfanın üzerinde kalem ucunun onu anlatmak adına sıraya koyduğu mısraların göründüğü anlarda.

Bir zamanlar arabaların ön camlarına yapıştırılan,ve her hareket ettiğinde sağa ve sola doğru yatarak sallama hareketini yapan elin,giden bir trenin ardından ya da giden bir otobüsün ardından ortaya konulmuş olan versiyonu olan el sallamalarının yaşandığı anlarda.Deniz kenarında yürürken gözlerin denizin ufkuna daldığı anlarda.Güneşin seyir halinde iken bulutları kızıla boyadığı anlarda.

Hiçbir şey olmamış gibi kalabalıklar içinde soluk alırken,birden radyoda çalan bir şarkıda şarkı sözlerinin derin düşüncelere daldırdığı anlarda.Karşındakinin konuşması sürerken sadece onun dudak hareketlerini tıpkı şarlonun sessiz filmlerine benzeterek aslında o kişinin karşısında olupta kafanın başka yerlerde olduğu anlarda.Yağmur taneciklerinin tam gözlerinin altına denk geldiği anlarda.

Sinema salonundaki yerleşim planı içinde gişede bilet kesen görevlinin insiyatifine kalıp koltuğa gömüldüğünde,bir ön sırada sarmaş dolaş oturup ellerindeki mısır çipslerini ve içecekleri bile birbirlerinden kıskanmayan sevgililere denk geldiğin anlarda.Sararmış yaprakların ağaçlarda durmaktan sıkılıp asfalt yolun üzerine düşüp yolculuğa çıktıkları anlarda.

Sabah olup yatağında gözlerini açtığın zaman mutfakta kaynayan çayın fokurdamasını duymadığın,kızarmış ekmeklerin kokusunun yatak odasına misafir sanatçı olarak gelmediğini hissettiğin anlarda.Bir zamanlar sürekli olarak gezdiğin mekanların artık senin için çıkmaz sokak olarak anlam ifade ettiği anlarda.Seni sevindiren bir olayı yüzüne yapmacık bir tebessüm kondurup yüreğinin sızladığı anlarda.

Ayrılığın anlamını öğrenmekle kalmayıp onun hayatının değişmez bir parçası olduğunu idrak etmiş olursun.En çok sevilen şarkı listesinde her zaman bir numara olarak yerini aldığını bilmiş olursun.

O anlarda istersinki ayrılıklar olmasın,ayrılıklar yaşanmasın.Gel gör ki o an isteklerin birlikte olduğun anlarda ki mutluluğunun anlamını kadrini kıymetini bilmediğinin filibizite raporu olarak elinde durmaktadır.
Ayrılıkları yaşamak istemiyorsa insan,birlikteliğin anlamını çok iyi bilmesi ve ona göre hareket edip yaşamasını bilmelidir.Yoksa gidenler gittiği ile kalır.Gelenler gideni daima aratır.

Ayrılıkları hayat cüzdanınızda taşımamanız dileği ile..

Yoksa başka bir şey değil...
 

3va

Multi Aktif Üye
Katılım
3 Ocak 2006
Mesajlar
12,737
Tepkime puanı
0
Yaş
41
" EY AYRILIK;
sen nasıl bişeysin ki bütün aşklara hakimsin, aklım almıyor.
Acaba bir kere olsun aşkta kazanabilmek için
Sana mı Aşık olmak gerek?.."


Demek ki böyle başlıyormuş ayrılıklar!

Garip bir sıkıntı çörekleniyormuş içine..
Nefesin daralıyormuş..
Ağlamak geliyormuş içinden..
Bir yanın < Hadi ağla > derken..
Diğer yanın < Sakın ! > diyormuş kızarcasına..

Bir sigara yakılıyormuş pencere önünde..
Gecenin siyahına bakılıyormuş..
Yüreğinin daha siyah olduğu fark ediliyormuş sonra..
Ellerin titriyormuş sigaranın külünü
pencere parmaklıklarından dışarıya savururken..
Sözde duman gözüne kaçıyormuş da bir-iki damla yaş süzülüyormuş..
Kendine yalan söylemeleri başlıyormuş insanın o an..
Ama itiraf edemiyormuş..
Sonra bitiyormuş sigara..
Pencereden aşağı bırakılıyor ve
karanlıkta gözden kayboluşu seyrediliyormuş..

Ayakların direniyormuş, titreyerek de olsa..
Ağır adımlarla mutfağa kadar taşıyormuş bedenini..
Bir bardak demli çayın yanında, bir sigara daha yakılıyormuş..
El ele çekilen resimler alınıyormuş, şiirler ve hediyeler..
Hepsi mutfak masasının üzerinde duran eski radyonun yanına bırakılıyormuş..
Az sonra olacaklardan ürkerek Ağır ağır oturuluyormuş sandalyeye..
Önce sigaralar yakılıyormuş, sonra yadigar radyo açılıyormuş..
Ağlamak isteniyormuş ama ağlanamıyormuş..
Her melodi bir sancı..
Her nota bir hançer misali saplanıyormuş..
Kanaması durdurulamayan yüreklere..

<Gayet güzel yaşarım> deniyormuş önce..
Acınası bir gülümseme ile…


Aptalca gülümsemeler devam ederken yüzünde.. ŞAH-MAT!

Evet, Kaybettim diyormuş yüreğin..
İsyanın en tepelere ulaşıyormuş…

Nedeeeeeeeeeenn! diye haykırıyormuş insan..

Semada yankılanıyormuş sesin, melekler ağlıyormuş, şehir susuyormuş..
Uzaklardan dalga sesleri geliyormuş..
Kıyılar ağlıyor, tane tane kum parçacıklarını denize akıtıyormuş gözyaşları yerine..
Sular sürüklüyormuş her şeyi..
Tüm değerler kayboluyormuş, insanlar ölüyormuş nazarında…
Bulutlar ağlıyormuş, her damla binlerce ton ağırlığında düşüyormuş yüreğine..
Su hızlanıp boğazına yükseliyormuş, boyunu aşıyormuş sonra..
Sahilden eser kalmıyormuş,son bir nefes kalmıyormuş…

Koskoca dünya yok oluyormuş..
Ardından ölünüyormuş YAR!

Demek ayrılıklar böyle oluyormuş…!
 
Üst