Affetmek Nedir?
Kim var ki bu dünyada birilerini kırmamış, birileri tarafından kırılmamış olsun.
Hepimiz birileri tarafından incitildik, hepimiz birilerini incittik. Kızdık, içerledik, öfkelendik, darıldık, küstük, nefret ettik.
-İçinde anne babana, kardeşlerine, bazı akrabalarına, eşine duyduğun kızgınlık, öfke, içerleme, intikam alma gibi duygular var mı? Bu insanlarla konuşmayı, görüşmeyi reddediyor musun? Ya da en iyi haliyle görevlerini yapmakla sınırlı tuttuğun ilişkilerini katlanarak mı sürdürüyorsun?
-Çocukluğunda sana davranıldığı gibi çocuklarına davranmayacağına söz verdiğin halde, şimdi kendini bağırırken, vururken, dırdır ederken yakalıyor musun? Onlara, bir zamanlar sana söylenmiş ve seni incitmiş sözlerin benzerini sarf ettiğin için kendine kızıyor musun?
-Bir zamanlar en iyi dostun olan kişiyi kırdığın ya da kırıldığın için kaybettiysen, sırf gururun yüzünden affetmeye ya da af dilemeye yanaşmıyor musun?
Sıkça içinde bir türlü ismini koyamadığın bir boşluk hissediyor musun? Bu boşluğu alkol, ilaç, aşırı yemek, aşırı çalışmak, kumar ya da kredi kartı limitini ve maaşını çook aşacak kadar alışveriş yaparak doldurmaya çalışıyor musun?
-Bazen sanki geçmişini tekrar ederek yaşıyor duygusuna kapılıyor musun? Oyuncular değişse de geçmişte seni incitmiş olan anne babanın, eski sevgililerinin, eski arkadaşlarının, eski patronlarının yerini yine benzerlerinin almış olduğu duygusunu yaşıyor musun?
-İncitilme ve reddedilme korkusuyla yeni arkadaşlıklar kurmaktan çekiniyor musun?
-İnsanların sana yaklaşmasını önlemek için etrafına koruma duvarları ördüğünü ama bu duvarların arkasına kendini de hapsettiğini fark ediyor musun? Bu yüzden kendini yalnız, başkalarından uzak ve yabancılaşmış hissediyor musun?
-İster bir iş görüşmesi olsun, ister yeni birisiyle randevu, bunun da diğerleri gibi başarısızlıkla sonuçlanacağına, hayal kırıklığı yaşayacağına inanıyor musun?
-İş hayatı olsun, özel hayat olsun sadece yapman gerekeni yapıp, yeni riskler almaya cesaretin ya da enerjin olmadığını söylüyor musun?
-İnsanlara genel anlamda güven duymuyor musun?
-Yaşamında her şey olsa bile, yine de tam olmadığını, bir şeylerin eksik olduğunu hissediyor musun?
-İçinden bir türlü atamadığın suçluluk duygusu ve değersizlik duygusu enerjini tüketiyor, motivasyonunu ve kontrol duygunu kaybettiriyor mu?
Bu sorulardan birine ya da daha fazlasına “Evet” yanıtı verdiysen, yaşamında kendini ya da başkalarını affedemediğin kızgınlık, incinme, öfke halatı ayaklarına dolanmış ve seni ileriye adım atmaktan alıkoyuyor olabilir.
Bu duygu, enerjini çalıyor, kendini sevmeni engelliyor, yaşam hazzından seni mahrum ediyor, geleceğe umutla ve coşkuyla bakmanı engelliyor.
Affetmemek, bizim iyileşmemizi, sağlıklı ve doyumlu bir yaşam sürmemizi engelliyor. Yoksa sen seni inciten insanların, seni iyileştirmesini mi bekliyorsun?
Affetmek, geçmişi geçmişte bırakıp, anı yaşama ve geleceğe umutla bakma özgürlüğünü verir bize.
Affetmeye yanaşmıyorsun çünkü affetmediğinde hayatında yanlış giden şeyler için onları suçlamaya devam edebilirsin. Mutsuz yaşamının sorumlusu da suçlusu da onlardır.
Affetmediğinde, sen hala bir kurban, yanlış yapılan kişi konumunda kalırsın. Sana bu kötülüğü yapan kişi “kötü kişi” olacağı için sen otomatikman “iyi kişi” konumuna kendini oturtursun. Hayatı siyah beyaz olarak algılamak, diğer renkler ve tonlarıyla uğraşmaktan daha kolaydır.
Affetmemek, seni yaraladıklarında yaşadığın güçsüzlük ve acizlik duygusunu telafi etme illüzyonunu yaratır. Suçlu kişiyi zihninin zindanında hapiste tuttuğun sürece, kendini acayip güçlü hissedersin. Çünkü hiç kimse seni affetmeye zorlayamaz, kinini durduramaz.
Affetmemek, hem daha önce seni inciten kişilerden, hem de yeni kişilerden gelebilecek olası incinmelerden koruduğu illüzyonunu yaşatır sana. Acını, öfkeni beslediğin sürece olası tehlikelere karşı zırhını kuşanmış olarak beklersin. Böylece artık kimse seni incitemez, yaralayamaz, taciz edemez, reddedemez.
Oysa;
Affetmek unutmak değildir. İnsanları affettiğimizde geçmişte yaşanan deneyimleri unutmayız. Unutmamalıyız da. Bu deneyimler, zamanında bize çok acı vermiş olsa da kazandığımız derslerdir. Bizim, yeniden kurban konumuna düşmemek ya da başkalarını kurbanımız konumuna düşürmemek için yaşanmış bir ders.
Affetmek, affettiğimiz kişilerin davranışlarını onaylamak değildir. Affettiğimizde geçmişin bugünümüz üzerindeki yıkıcı etkisini ortadan kaldırırız. Bu, onların bir zamanlar yaptığı şeyin doğru, haklı ve onaylanabilir olduğu anlamına gelmez. Yapılanların kabul edilebilir, önemsiz, çok da kötü olmadığı anlamına gelmez.
Yapılanlar kötüydü. Acıttı. Hayatımızı etkiledi. Aslında gerçek affediş tam aksine, olanı yadsıdığımız, minimize ettiğimiz, karşımızdakini haklı çıkardığımız ya da bize zarar veren davranışı hoş gördüğümüz durumda gerçekleşemez.
Affetmek, affettiğimiz kişiden daha “büyük” olduğumuzu göstererek, onu kendimize ebediyen borçlu kılmak değildir. Yargılayıcı Tanrı konumundan, hoşgörülü Tanrı konumuna geçerek, yine de kişiyi kendisini “günahkar” olarak hissettirmek gerçek bir affediş değildir.
Affetmek fedakarlık değildir. Dişlerimizi sıkarak, bizi inciten kişiye katlanmamız, güler yüz maskesi takınmamız gerçek bir affediş değildir. Çünkü bu durumda gerçek duygularımızı yutmuş oluruz. Bu tavır hem zordur, hem de hayatımızdan haz duygusunu çalar.
Affetmemek, kızgınlık duyduğun kişileri zihninde bedava kiracı olarak oturtmak demektir. Günah değil mi, zihnini boşu boşuna işgal etmelerine izin vermeye?
Affetmek için haklı- haksız mücadelesine girersen, haklı olmanın senin için huzurlu ve mutlu olmaktan daha önemli olduğuna dikkat et. Haklı olmaya çalışmak, haksız olmaktan korkmaktan kaynaklanır.
Affetmek bir “Kozmik Unutma”dır.
Affetmek, ruhsal iyileşme sürecinin doğal yan ürünüdür.
Affetmek, içsel bir süreçtir.
Affetmek, kendimize duyduğumuz saygının artmasını sağlayan bir özgürleşme sürecidir.
Affetmek, geçmişten gelen olumsuz duygu yükünden özgürleşmektir. Olayı hatırlamak ama olayın duygu deposunu boşaltmaktır.
Affetmek, bizi inciten kişilere duyduğumuz cezalandırma ihtiyacından vazgeçerek kendi tutsaklığımızdan vazgeçmektir.
Affetmek, onlara hangi cezayı verirsek verelim bize yetmeyeceğinin farkındalığıdır.
Affetmek, intikam, öfke, kızgınlık gibi duygularla ziyan ettiğimiz yaşam enerjisini, yaşam kalitemizi yükseltmek, mutlu ve doyumlu olmak için kullanmayı seçmektir.
Affetmek, yaşamın geçmişinde takılıp kalmak yerine, yaşam yolculuğunda yeni deneyimlere açık hale gelebilmektir.
Ve affetmek, başkası için değil, kendimiz için yaptığımız bir özgürleşme seçimidir. Kendi boynumuzdaki, kendi ayaklarımızdaki zincirlerden özgürleşme seçimi.
En uzun yolculuk, beynimizden yüreğimize yaptığımız yolculuk.
Affetmek, bu yolculuğun kestirme yolu.
Öfke, kırgınlık, kızgınlık, nefret, intikam, suçluluk duygusu bastırıldığında da, patladığında da bizi olduğumuz yere çiviler ve gelişmemizi engeller. Affetmek, çivileri söker, sadece yürüme özgürlüğünü yeniden kazanmakla kalmayız, koşma, dans etme, uçma özgürlüğünü de tadarız.
Gerek bizim hatalarımıza, gerek başkalarının bize yaptığı hatalara gübre olarak bakalım. Gübre, affetmenin toprağıyla karıştığında, aldığımız ürün bol olur.
Affetmeyi gerektiren her yara, içinde önemli bir dersi de barındırır; dersi görebilmek için yarayı yeniden deşerek yüzleşmek zorunda kalsak bile.
Affetmek, öfke ve intikama yatırım yapmaktan vazgeçmektir. Neye yatırım yaparsak o çoğalır. Affetmek, hayatımızın en özgürleştirici ve zenginleştirici yatırımıdır.
Affetmenin karşındaki kişiyi değil, seni özgür bırakacağını anla.
İnsanları yargılarsan onları sevmeye zaman bulamazsın.
Ellerini yumruk haline getirenler, tokalaşamazlar.
Herkesi “gerçekten” tanırsan, herkesi affedersin.
Affetmek, içsel yolculuğun temel basamaklarından biri ve kendimizle barışık olma yolunda kocaman bir adım.
Bu adımı atmaya hazır mısın?
Gerçek Affediş
Bir şey daha; gerçek affediş kendinin ve başkalarının hatalı davranışlarına mazeret bulan kibar, gözü yaşlı anlayış içinde tevazuuyla bir başı öne eğme değildir. Herkesin yanlış yapsa da elinden geldiğinin en iyisini yaptığını savunan yüce bir anlayış da değildir. Affettim demekle de affetmek gerçekleşmiyor.
Kızgınlığın, nefretin, suçlamanın ve utancın, gerçek affediş yoluyla içimizde entegre olması için, yine onlardan yararlanmamız gerekiyor. Kızgınlığımızın, nefretimizin, suçlamamızın hedefi olan kişilerden duygusal olarak kopabilmek, onları zihnimizi bedava kiracısı olmaktan çıkarabilmek, sınırlarımızı yeniden güçlü bir şekilde inşa etmek için sağlıklı kızgınlığın enerjisine ihtiyaç duyarız.
Kendi yadsıdığımız benliğe sahip çıkmak ve bütünleşmek için nefretin gölgelerini aydınlığa çıkarmaya ihtiyaç duyarız.
Öz sorumluluğumuzu almak, yapılan hatada kendi payımızı görerek ders çıkarmak ve gelişmek için sağlıklı suçluluğun yardımına ihtiyaç duyarız.
Affetmek, gerçek gücümüzü yeniden kazanmak ve gücümüze sahip çıkmaktır.
Affetmezsek ya da sahte kabulle ve suni bir affedişle affettiğimizi sansak bile; kızgınlık patladığında, bizi saldırganlaştırır ve insanları bizden uzaklaştırır.
Nefret bizi yoğun bir yalnızlık batağına sokar. Çünkü çok güçlü enerjiye sahip olan nefret etrafına zarar verirken, kendi ruhunu da iğfal eder ve sınırlarını yok eder. Kabuslar kaçınılmaz olur.
Suçlamak gücümüzü kaybettirir.
Yalnızlık ve güçsüzlüğün diğer adı depresyondur.
Affetmenin önemi şu yaygınca bilinen hikayede ne güzel anlatılıyor:
Öğretmen bir gün derste öğrencilerine bir teklifte bulunur: “hayatı deneyimleyerek öğrenmek ister misiniz?” Öğrenciler çok sevdikleri hocalarının bu teklifini tereddütsüz kabul ederler. “O zaman” der öğretmen “şimdi yarınki ödevinize hazır olun. Yarın hepiniz birer plastik torba ve beşer kilo patates getireceksiniz!” Öğrenciler, bu işten pek bir şey anlamazlar.
Ama ertesi sabah hepsinin sıralarının üzerinde patatesler ve torbalar hazırdır. Kendisine meraklı gözlerle bakan öğrencilerine şöyle der öğretmen: “Şimdi, bugüne dek affetmeyi reddettiğiniz her kişi için bir patates alın, o kişinin adını o patatesin üzerine yazıp torbanın içine koyun.” Bazı öğrenciler torbalarına üçer beşer tane patates koyarken, bazılarının torbası neredeyse ağzına kadar dolmuştur. Öğretmen, kendisine “Peki şimdi ne olacak?” der gibi bakan öğrencilerine ikinci açıklamasını yapar: “Bir hafta boyunca nereye giderseniz gidin, bu torbaları yanınızda taşıyacaksınız. Yattığınız yatakta, bindiğiniz otobüste, okuldayken sıranızın üstünde, hep yanınızda olacaklar.”
Aradan bir hafta geçmiştir. Hocaları sınıfa girer girmez, denileni yapmış olan öğrenciler şikayete başlarlar: “Hocam, bu kadar ağır torbayı her yere taşımak çok zor. Hocam, patatesler kokmaya başladı. Vallahi, insanlar tuhaf bakıyorlar bana artık. Hem sıkıldık, hem yorulduk!”
Öğretmen gülümseyerek öğrencilerine şu dersi verir:
“Görüyorsunuz ki, affetmeyerek asıl kendimizi cezalandırıyoruz. Kendimizi ruhumuzda ağır yükler taşımaya mahkum ediyoruz. Affetmeyi karşımızdaki kişiye bir lütuf olarak düşünüyoruz, halbuki affetmek en başta kendimize yaptığımız bir iyiliktir.”
Affetmeyi ancak affederek öğrenebiliriz.
Gerçek affediş ancak güçlü bir insandan gelir. İçsel gücümüzü yeniden kazanmanın yolu da duygularımızın gerçek işlevini ve niyetini anlamak, duygularımızın armağanlarına sahip çıkmakla mümkün. Güçlü insan, gücüyle zarar verme gücüne sahipken bunu kullanmamayı seçiyor. Gerçek güç bu. Güçlü insanın güç gösterisi yapmaya ihtiyacı yoktur. O güçsüzlerin yolu.
Affetmek güçlüyü daha güçlü yapar, zayıfı ise güçlendirir. Affetmek cesurların işidir, korkakların değil. Affedemeyen kişinin ise başka cezaya ihtiyacı yoktur.
Çok sevdiğim bir sözü burada tekrar etmek istiyorum:
Zalimler zayıf kişilerdir.
Sevecenlik güçlülerin işidir.
Birisi sana zarar vermişse, onu affetmekte zorlanıyorsan şöyle düşün:
Ancak gerçek gücü olmayan kişiler başkalarına zarar verebilir. Nefret dolu, kızgın, suçlayıcı kişi kendi cehennemini de yaratmıştır. Başkalarına zarar veren kişi asla güçlü olamaz. O bir zavallıdır. Ona ancak merhamet duyabilirsin. Onu zihninin gözünde küçücük, mini minnacık zavallı trajik bir figür olarak gör. Onun uğruna ziyan ettiğin enerjini kendini iyileştirmek için kullan. Bu, her zaman kolay bir yolculuk olmuyor ama ödülü büyük bir yolculuk.
Ben tecavüzcüme olan öfkemi böyle yendim. (yazar 20 yaşındayken San Francisco'da bıçaklı bir saldırganın tecavüzüne uğramış.) Yaşam enerjimi ona öfke duymaya harcayamazdım. Bu öfke beni tüketiyordu. O zavallı yaratık buna değmezdi. Bıçağın öldürücü gücüne sığınan bir zavallı. Ama ben gücümü yeniden kazanmaya, hayatımı zengin kılmaya değerdim.
Başkalarına karşı hissettiğimiz tüm duygular, kendimize hissettiğimiz duygulardır. Bizden çıkar yine bize geri döner. Evrensel enerjinin yasası bu. Duygular enerjidir. Bu enerjileri sağlıklı bir biçimde iç gücümüze katarak entegre ettiğimizde, ruhumuz zenginleşir ve Evrenle, kendi doğamızla uyum içinde dans eder.
Duyguların iyileştirme ve onarım gücünü anladığımızda, onlara hoş geldin deriz.
İste o zaman daha sıkça duyguların adı umut, haz, neşe, mutluluk, ait olma, çekim, şefkat, sevecenlik, güven, doyum, saygı ve özgürlük olur. İşte o zaman karanlıkla aydınlığın ancak birlikte varolabileceği gerçeğini tüm varlığımızla kabul ederiz. İşte o zaman duyguları iyi ve kötü diye etiketlemeyiz. Bir duyguyu bastırıp, bir diğerini yüceltmeyiz. Her duygunun hakkını veririz, mesajlarının armağanını kabul ederiz. Gerçek Ruhsal Zeka, gerçek ruhsal bilinç, gerçek spiritüellik budur.