Nûh'un Gemisi

coffiner

Aktif Üye
Katılım
2 Ara 2005
Mesajlar
270
Tepkime puanı
0
Yaş
1020
Nûh'un Gemisi
 
     
  Âdem ile Havvanın evlâdları yeryüzünde hayli çoğaldılar; evlâdları, evlâdlarının evlâdları büyük bir millet oldular. Zamanın geçmesiyle, insanlar kendilerini yaratan Allah'ı unuttular; elleriyle yaptıkları taştan putlara tapar ve ibâdet eder oldular; bu putlara kendilerine fayda ve zarar verir birer tanrı gibi inanıyorlardı.

O zaman Allah onlara, kendilerini yaratan tek bir Allah'a ibâdet etmelerini öğretmek için. Nuh Peygamberi gönderdi, ataları Âdemi, anaları Havva'yı da kendilerinden daha önce o yaratmıştı; yeryüzünde ne varsa: Hayvan, bitki, su, hep onun insanların faydası için yarattığı şeylerdi; düşündükleri aklı, gördükleri gözü, işittikleri kulağı, konuştukları dili, kokladıkları burnu, yürüdükleri ayaklan, iş yaptıkları elleri hep O vermişti. Onlar için güneşi, ayı. yıldızları, gökteki ve yerdeki her şeyi O yaratmıştı.

Nuh, milletinin toplu bulundukları bir yerde onlara: Ey milletim, dedi: Bu putları ellerinizle siz yaptınız, bildiğiniz gibi bunların aslı taştır, sanki bunlar Tanrı imiş gibi ibâdet ediyor ve onlara secde ediyorsunuz!

Ey milletim! Sizi yaratan Allah'tır, size rızık veren O'dur. Çünkü O, toprağı ekmeniz, hayvanları beslemeniz, avcılık etmeniz, için size güç ve kuvvet vermiştir. Tatlı sular içesiniz diye gökten yağmur indirmiştir. O'nun varlığına, birliğine inanınız ve O'na ibâdet ediniz, faydası ve zararı olmayan şu putlara tapmaktan vazgeçiniz.

Ey Milletim! Allah rızası için ben size öğüt veriyorum, sizden bir menfaat beklemiyorum, bu öğüt ve nasihatim için sizden herhangi bir ücret istemiyorum.

Bu sözleri dinleyen insanlardan bâzıları o zaman düşündüler: Çok doğru söylüyor dediler. Bu sözler makul sözlerdir hakikaten bu putlar ne hareket ediyor, ne de konuşabiliyorlar, nasıl Tanrı olurlar? Bir taş parçası asla Tanrı olamaz!

Başkaları ise; Hayır, hayır dediler, bunlar bizim tanrımızdır, onları asla bırakamayız.

Nuh'un sözüne inananlar fakir ve iyi insanlardı, onu doğruladılar ve izinde gittiler. Putlara tapmayı terk ettiler, doğru yola döndüler ve ibâdetlerini Allah'a yaptılar.

Amma Allah'ın verdiği nimetlere nankörlük eden kibirli, mağrur zenginler, bu Nuh da kim oluyormuş? Biz onun sözünü dinlemeyiz, o kıymeti olmayan fakir bir adamdır. O mecnûnun biridir, dediler.

Ertesi gün, Nuh o mağrur zenginlerin yanlarına vardı, onlara putlara tapmaktan vazgeçmelerini ve Allah'a ibâdet etmelerini söyledi. Bâzıları ona:
— Ey Nuh, sen delirdin mi? Söylediğin bu boş sözler nedir böyle? Düne gelinceye kadar senden böyle sözler duymamıştık. Sen akıllı bir adamdın. Sana ne oldu? dediler.

Nuh onlara :
— Ben mecnûn değilim dedi. Allah beni, sizi doğru yola davet etmem için size Peygamber gönderdi, çünkü siz yaratanınızı unuttunuz. O'na ibâdet etmeyi terk ettiniz. Ellerinizle yaptığınız putlara tapıyorsunuz.

İçlerinden biri atıldı, şöyle söyledi:
— Ey Nuh! Niçin Allah içimizden seni seçti? Sen fakir bir adamsın, bizden üstün bir tarafın yok ki tutsun da seni bize Peygamber göndersin?

Nuh onlara :
— Ben fakir isem ne olur? Fakirlik ayıp değil, ben özü, sözü, doğru, temiz kalpli bir insanım. Allah'a bağlıyım, Allah iyi insanları, kendisine bağlı olanları sever, eğer siz benim sözlerimi dinlerseniz Allah sizi de sever, cennete koyar, sizi yaratan O'dur. Bu hayatınızı On'a borçlusunuz, yine O'na teslim edeceksiniz, sonra kıyamet günü tekrar canlanacak, dirileceksiniz.

Başka biri:
— Beni dinle ey Nuh dedi: Seni tasdik etmemizi ve izince gitmemizi istiyorsan şu etrafında toplanan fakirleri yanından kov, biz o fakirlerle bir arada olmaktan hoşlanmayız, biz zengin ve üstün adamlarız.

Nuh cevap verdi:
— Fakirlerin ne günahı vardı? Onlar, iyi ve samimi insanlardır. Allah iyi ve samimi insanları sever. Suçsuz kimseleri ben nasıl kovarım! Bu günah değil mi?

Bunun üzerine kavmi ona:
— Öyle ise bizden uzak dur, bir daha bizim yanımıza gelme, konuşacağım diye boşuna uğraşma.

Lâkin, Nuh, yine onlara hakikatleri söylemekten geri durmadı. Zaman, zaman yine onların yanına gitti, nasihat ve öğütlerde bulundu.

Bir defasında onlara :
— Ey milletim; Allah'ın gazabına, azabına çarpılırsınız diye korkuyorum, ben de sizden biriyim, size acıyorum, dedi.

Bu defa ise hiç bir cevap vermediler, sanki kendilerine söylenmiyormuş gibi duymazdan geldiler!
— Beni fakir diye saymıyorsunuz, size mal ve servet veren, bunca rızık ihsan eden Rabbınıza saygı gösterin, O'ndan utanın, bakın size evlât vermiş sıhhat vermiş, kuvvet vermiş.

Bir şey demediler amma bu defa da Nuh'un yüzünü görmemek için elbiselerinin ucuyla yüzlerini kapadılar, onu dinlememek için parmaklarının ucu ile kulaklarını tıkadılar.

Nuh yanlarından uzaklaşırken sesini yükseltti şöyle haykırdı:
— Ey kavmim! Üzerinize gelecek çok korkunç bir günün azabından korkuyorum, Allah'ın gazabı ve azabı tepenize inmeden önce beni dinleyin ve bana itaat edin.

İyice daralmışlardı, yüzlerini açtılar, kin ve intikam nazarlarını ona çevirerek:
— Ey Nuh! çok oldun artık, bizimle mücadeleni artırdın. Bizi azabla tehdid ettin, git korkunç azab diye korktuğun şeyi getir de görelim bir daha yanımıza gelirsen ölünceye kadar seni taşlıyacağız dediler.

Sonra da birbirlerine döndüler: Tanrılarınıza ibâdet etmeyi bırakmayınız. Veddi, Süvâî, Yegûsî. Yeûku ve Nesri (Bunlar Nuh Peygamber zamanında puta tapanların yaptıkları putların en mühimlerinin adlarıdır) terk etmeyeceksiniz, dediler. Daha sonra da dağılıp gittiler.

Nuh mahzun ve kederli olarak oradan ayrıldı, yüzünü Allah!a döndürdü, milletinden şöyle şikâyet etti:
— "Ey Rabbım! dedi: Ben kavmimi gece gündüz senin yoluna davet ettim. Fakat benim davetim, sadece benden uzaklaşmalarını artırdı. Ben Senin, onları bağışlaman için kendilerini her ne zaman davet ettim ise parmaklarını kulaklarına tıkadılar, elbiselerine büründüler, ayak dirildiler, büyüklük tasladılar. Sonra ben onları bütün gücümle Hakk'a çağırdım, sonra onlara açıktan açığa, gizliden gizliye de söyledim. Rabbınızın sizi bağışlamasını dileyin dedim. O çok bağışlayıcıdır, bağışlanmanızı dileyin ki size gökten bol bol yağmur indirsin, sizi mallar ve oğullarla takviye etsin, sizin için güzel bahçeler yaratsın, ırmaklar akıtsın, ne oluyorsunuz da Allah'ın sizi vakarlı ve şerefli yapmasını istemiyorsunuz? Halbuki sizi bir takım merhalelerden geçirerek O yaratmıştır. Allah'ın göğü yedi kat üzerine nasıl yarattığını görmez misiniz? Onlardan Ay'ı, bir nur yapmış, güneşin de ışık saçmasını sağlamıştır Allah sizi yerden ot bitirir gibi yetiştirmiştir, sonra sizi yine oraya döndürecek ve yine oradaki bir çıkaracak. Yeryüzünde dolaşabilmeniz, orada, yol ve geniş geçitlerden geçebilmeniz için yeryüzünü size yayan O'dur.

Nuh: Rabbım! Bunlar bana baş kaldırdılar ve malı çocuğu kendisine sadece zarar getiren kimselere uydular, birbirinden büyük hile ve tuzak kurdular, dedi. Onlar insanlara: Sakın tanrılarınızı bırakmayın, Veddi, Süvâî, Yegûsî, Yeûku, Nesri asla terk etmeyin, dediler. Böylece birçoğunu baştan çıkardılar. Rabbım, Sen bu zâlimlerin sadece şaşkınlıklarını artır...

Nuh, Rabbım dedi: Yeryüzünde yurt tutan bir kâfir bırakma; eğer Sen onları bırakırsan kullarını doğru yoldan saptırırlar. Onlar sadece kötü ve kâfir evlatlar doğururlar. Ey Rabbım! Beni, anamı, babamı, îman etmiş olarak evime girenleri, îman eden erkek ve kadınları sen bağışla, yalnız zâlimlerin helakini, felâketini artır."

Nuh Peygamberin bu yoldaki duasını Allah kabul etti ve Nuh'a:
— Ey Nuh! dedi. Sen üzülme, bu sana yapılan hareketlerden dolayı canını sıkma, ben o kâfirlerin hepsini suda boğacağım, öyle bir sel felâketi vereceğim ki senden, senin yakınlarından ve seninle birlikte îman edenlerden başka hiç kimse kurtulamıyacak.

Allah, Nuh'a çok büyük bir gemi yapmasını ve yaptığı o kocaman gemi ile ne yapacağını bildirinceye kadar beklemesini emretti. Nuh gemi yapmasını bilmediği için Allah ona nasıl bir gemi yapacağını öğretti..

Nuh ormana gitti, kocaman kocaman ağaçları kesmeye başladı, kestiği ağaçlardan tahtalar yapıyor, onları temizliyor, parça parça kesiyor ve birbirlerine ekliyordu.

O bu gemi işiyle uğraşırken millet-den olup da ona inanmayan inkarcılar, onun önünden geçerler, alaylı alaylı ona gülerlerdi.
— Ey Nuh Ne oldu sana; bize söylediğin o çarpık sözleri söylemez oldun? Şimdi de gemi yapıyorsun, galiba marangozluk sana Peygamberlikten daha kazançlı geldi? derlerdi.

O da onlara: Bekleyin yakında öğreneceksiniz, derdi.

Buna benzer sözlerle O'nunla alay ederler, mecnûn diye bağırırlardı: Biz dememiş miydik bu adam mecnûndur? İşte; bir gün ben Peygamberim diyor, biraz sonra da tutuyor marangozluk yapıyor.

Nuh gemi yapma işini tamamlayınca Allah ona:
— Hayvan, kuş kurt, yılan gibi cinslerin her birinden gemiye birer çift almasını, sonra da kendisinin, yakınlarının, kendisiyle beraber Allah'a inananların içine girmesini emretti. Çünkü Allah yeryüzünü kaplayacak pek büyük bir tufan gönderecek, geminin içinde olanlardan başka kimse kurtulamayacaktır.

Nuh bütün hayvan cinslerinden - dişi, erkek - birer çift toplamaya başladı: Deve, at, inek, keçi, aslan, kaplan, kurt, tilki, fil, zürâfa, ceylân, maymun, tavuk, güvercin, kaz, ördek, horoz, serçe, karınca, baykuş, atmaca, karga, yılan, kaplumbağa, örümcek, akrep, böceklerin çeşitleri, hülâsa, yeryüzünde olan bütün canlı mahlûkatın cinsinden erkekli, dişili birer çift topladı Her çift için gemide bir de yuva yaptı.

Bu hayvanların yiyeceklerinden ve içeceklerinden de birçok yiyecek ve içecek, tatlı su depo etti, yerden biten ağaç ve buğday gibi bütün toprak mahsullerinin tohumlarından da aldı. Son gün Nuh, yakınları ve beraberindeki îmân edenler - yalnız eşi hariç, çünkü o kâfirlerden olmuştu - gemiye girdiler. Allah'ın emri gereğince geminin kapılarını, pencerelerini kapadılar.

Biraz sonra pek şiddetli bir fırtına başladı, gök karardı, şimşekler çaktı, gök gürültüsünden başka bir şey duyulmuyordu, gökten bardaktan boşanır gibi yağmur boşandı, yerden sular fışkırdı, ortalık korkunç bir hal aldı, her şey allak bullak oldu. Sular yükseldi. Hiç bir şey görülmüyordu, her taraf su oldu, ağaçlar, evler, sular altında kaldı. Kâfirler kaçtılar, kendilerini kurtarmak için dağlara sığındılar. O zaman Nuh, geminin pencerelerinden birinin önünde etrafı seyrediyordu, bir de baktı ki kendi evlâtlarından biri, bir taşın tepesine doğru koşuyor, bu oğlan ona îman etmemişti, babası geminin kapılarını kapamadan önce bir fırsatını bulmuş, ona görünmeden gemiden kaçmıştı.

Nuh yüksek sesiyle bağırmaya başladı: "Ey yavrucuğum! Gel sen de bizimle beraber gel, gemiye bin, kâfirlerle beraber olma" dedi.

Oğlu: "Ben dağa sığınırım. O beni sudan korur" dedi.
Nuh tekrar haykırdı: "Allah'ın hükmünden bu gün artık kurtuluş yok, ancak O'nun lûtfuna sığınanlar hariç."

O anda yüksek bir dalga geldi, genci ufak dalgalarla birlikte önünde sürükledi ve altına aldı, babasının gözünden kayboldu. Gemi geceli gündüzlü, kocaman dağlar gibi o yüksek dalgalar arasında yüzüyordu. Tufan yükseldikçe yükseldi, dağlan, tepeleri aştı, yeryüzünde görünür ne varsa hepsini örttü.

Gemide Nuh ile olanlardan başka; insan, hayvan, kuş ve diğer canlı ne varsa hepsi öldüler.

O zaman Allah: "Yere suyunu çek; göğe, ey gök sen de yeter yağmurunun tut" dedi. Yağmur, gök gürültüsü, şimşek durdu, bulutlar sıyrıldı, güneş doğdu, yeryüzünü kaplayan sular çekildi, Nuh'un gemisi "Cûdi" dağına yanaştı, durdu. Lâkin geminin kapıları, pencereleri hep kapalı ve içindekiler tamamen karanlıklar içinde idiler.

Nuh gemisinin durduğunu, hareket etmediğini hissetti, pencereyi açıp olup bitenleri görmek istedi Pencereyi açınca güneşin ışığı içeri süzüldü, içindekiler uzun zamandan beri hiç bir şeyi görmüyorlardı.

Sevinçlerinden çırpınıp bağrışmaya başladılar. Aslan, kaplan hırladı, kurt uludu, köpek havladı, kedi miyavladı, ve böğürdü, koyun meledi, at kişnedi, eşek anırdı, horoz öttü, karga gâk gâk dedi, serçeler, kuşlar cıvıl cıvıl ötmeye başladı... İnsanların sesleri ile hayvanların sesleri birbirine karıştı Herkes: Bizi kurtaran Allah'a hamdolsun. Bizi kurtaran Allah'a şükürler olsun, diyor; kapıyı aç, kapıyı aç da dışarı çıkayım Ey Nuh! diye bağırıyordu.

Fakat Nuh onlara: Sabırlı olun. Acele etmeyin, yere inmeden önce bekleyin de yerin durumunu öğrenelim, çamura batmayalım, diyordu.

Nuh, yerin kuruduğunu öğrenince geminin kapılarını açtı, evvelâ yırtıcı hayvanları, kuşları salıverdi, onlar uzaklaştıktan sonra ehli hayvan ve kuşları bıraktı ve daha sonra da kendisi, yakınları, evlatları ve beraberindeki îmân edenler çıktılar.

Nuh, akrabası ve evlatları arasında -tufanda boğulan - genç oğlunu görmeyince çok üzüldü, gözleri yaşardı, Allah'a yalvardı Ey Rabbım! dedi. "Oğlum ailem efradından idi. Sen bana, bütün efrad-ı âilemi kurtaracağını vâdetmiştin. Ey Rabbım  evlâdımı bana iade et, ey Rabbım! Sen hâkimlerin hâkimisin."

Yüce Tanrı Ona: "O senin ailenden sayılmaz, çünkü o iyi bir iş yapmamıştır" dedi. Nuh hatâ ettiğini anladı, çünkü onun bu oğlu kâfir olmuştu. O'na lâyık bir evlât olmamıştı, Allah onu Nuh'un evlâdı saymadı. Onun tekrar hayata kavuşması için ona dua etmek doğru değildir dedi.

Nuh, Allah'ın kendisine gazab etmesinden korktu, çünkü O kâfir oğlunun dirilmesini ondan istemişti, Rabbına kendisini affetmesini, yargılamasını niyaz etti, kâfir olan evlâdın kendisinden olmaması icap ettiğini bilmiyordu.

Allah, duasını kabul etti, Ondan razı oldu. O'na Ey Nuh! Sen ve senin neslin yeryüzünde yaşayın, ekin, biçin, imâr edin, dedi. Nuh ve beraberindekiler, ekin ekmeye, tohumlar dikmeye, evler yapmaya başladılar; tufandan sonra harâb olan yeryüzü tekrar imâra kavuştu.

 
Üst