KABİL İLE HABİL

coffiner

Aktif Üye
Katılım
2 Ara 2005
Mesajlar
270
Tepkime puanı
0
Yaş
1020
Kaabil ile Hâbil
 
     
  Âdem ve Havva cennette iken rahat rahat yaşıyorlardı. Korku bilmiyorlardı ve hiçbir güçlük çekmiyorlardı. Ne zaman ki şeytanın tuzağına düştüler, Allah'ın emrini dinlemediler, Allah onları cennetten aldı ve yeryüzüne indirdi.

Yeryüzünü, otların ve büyük ağaçların kaplamış olduğunu, yırtıcı hayvanların, kaplanların, fillerin, canavarların, daha birçok vahşi hayvanların orada yaşadıklarını gördüler. Bu Vahşi hayvanların kendilerini parçalamasından korktular, yüksek bir mağaraya sığındılar ve orada barınır oldular. Karınları acıkınca vaktiyle cennette yiyip içtikleri gibi kolay kolay karınlarını doyuracak yiyecekler bulamıyorlardı. Âdem, ormanlarda, ağaçlar arasında karınlarını doyuracak bir şeyler aramak zorunda kaldı.

Adem çalışmaya başladı. Yiyecek toplamak için yoruluyor ve ter döküyordu. Havva da elinden geldiği kadar hayat arkadaşına yardımcı oluyor, onun sıkıntılarını paylaşıyordu.

Havva hâmile kaldı ve bir çocuk dünyaya, getirdi Adını Kaabil koydu. Âdem, ilk çocuğunun doğumundan çok memnun oldu. Havva yepyeni bir vazife ile karşılaştı. Artık yavrusuna bakacak ve onun terbiyesiyle meşgul olacak, bu yüzden eşine yardım edemeyecekti. Âdem, bütün gün tek başına yiyecek, içecek peşinde koşuyordu, gece olunca da mağaraya dönüyor, sevinçli sevinçli, çocuğu ile oynaşıyordu.

Aradan bir sene geçti. Havva yine hâmile kaldı. Bir çocuk daha doğurdu. Adını Hâbil koydu. Âdem, yine ailesinin yiyecek işleriyle uğraşıyordu.

Böylece seneler geçti. Havva hâmile kalıyor, yeni yeni çocuklar dünyaya getiriyordu. Âdem de adedi artan ailenin iaşesini temin etmek için çalışıyordu.

Kaabil ile Habil büyüdüler, delikanlı oldular. Artık oyunu terk edip ihtiyaçları artmakta olan ailesinin iaşesini, tek başına tedarik eden babalarına yardım etmeleri, aileyi yırtıcı hayvanlardan, kaplanlardan korumaları gerekiyordu. Kaabil, Hâbil'den daha büyüktü. Fakat Hâbil ağabeyisinden daha güçlü kuvvetli idi. İyi kalpli, merhametli, hayvanları sever, onları korur ve gözetirdi. Âdem, iki oğlu arasında iş taksimi yapmak istedi. Kaabil'e ziraat işlerini verdi. Çünkü Kaabil katı kalpli idi. Toprakla uğraşmak için iyi kalpli ve merhametli olmaya lüzum yoktu. Hâbil'e de koyunların, ineklerin bakımını verdi. Çünkü bunlar hisseder, elem duyar, canlılardır. Şefkat ve merhamete muhtaçtırlar.

Bir gün, yine güneş doğdu, Âdem, Kaabil ve Hâbil mağaradan çıktılar. Kaabil, meyva toplamaya, Hâbil hayvanları gütmeye, şefkatle onları okşamaya, Adem kuş avlamaya, Havva da, çocuklarının temizliği için su taşımaya gitti. Akşam olunca erkekler mağaraya dönüyorlar. Kaabil meyva, Hâbil süt, Âdem de avladığı bazı kuşları getiriyordu. Sonra ortaya yemek konuyor ve hep beraber yiyorlardı.

Allah'ın Âdem'e ve evlatlarına ihsan ettiği meyva ve mahsul çoğaldı. Âdem, epeyce büyümüş olan iki oğluna, kendilerine bol bol nimetler veren Allah'a nasıl şükür etmeleri lâzım geldiğini öğrenmek istedi. Her birinin, hayvan beslemeyi ve ekin ekmeyi bilmeyen, Allah'ın yarattığı herhangi bir mahlûkun yiyebilmesi için, topladıkları yiyeceklerden bir miktar yanlarına alarak dağın tepesine çıkıp orada bırakmalarını ve böylelikle Allah'a şükür etmelerini, kendilerine verilen nimetlerin hakkını ve zekâtını ödemiş olmalarını emretti. Hâbil pek memnun oldu. Çünkü çok iyi kalpli bir insandı. Amma Kaabil kendi kendine söylendi, Güçlükle, alın teri ile kazandığını şeyi neden dağın başında bırakacakmışım! Başkasına verecekmişim! Ben kendim faydalanırım daha iyi dedi. Fakat babasına bir şey demedi.

Hâbil, koyunlarının yanına gitti. Güzel ve iyi bir kuzu seçti. En çok sevdiği kuzulardan biri idi. Hemen kesti. Çok sevinçli idi. Çünkü kendilerine yiyecek içecek veren Allah'ın rızası için şükür kurbanı veriyordu. Ama Kaabil, meyva ve mahsullerin arasından en kötülerini seçti. Çünkü kendi kalbi de kötü idi. Cimrinin biri idi iyisine kıyamıyordu. Kaabil, kokmuş ve çürük hediyesini Allah'a takdim etti. Hediyesi gibi kalbi de kötü idi. Hâbil de yanında olan malın en iyisini ayırdı. Allah'a hediye etti. Çünkü kalbi de temiz ve pâk idi.

Ertesi gün babaları da beraber dağın başına gittiler. Hâbil hediyesini bulamadı. Allah'ın, hediyesini kabul ettiğini anladı. Memnun oldu ve Allah'a şükretti. Amma Kaabil, bozuk hediyesini bıraktığı gibi buldu, çok canı sıkıldı. Kardeşine öfkelendi. Öfkeli, öfkeli babasına döndü:
— Sen ona dua ettin de Allah onun hediyesini kabul etti. Bana dua etmedin, dedi.

Âdem ona :
— Hayır, Allah onun hediyesini kabul etti. Çünkü o, elinde olanın en iyisini verdi, kalbini de temiz tuttu. Fakat, sen yanında olanın en kötüsünü Allah'a hediye ettin. İyi niyetli de değildin. Çünkü Allah iyidir. Hediyenin iyisini kabul eder, dedi.

Hâbil oradan ayrıldı. Kaabil, arkasından öfkeli öfkeli ona bakıyordu. Biraz sonra yerinden kalktı. Hem düşünüyor, hem de yürüyordu. Canı çok sıkılmıştı. Çünkü Allah, kardeşinin hediyesini kabul etmekle onun daha üstün olduğuna işaret etmişti kendisine kızmıyordu. Çünkü kötü kalpli idi. Ben kabahatliyim demiyordu. Kızgınlığı kardeşi Hâbil'e idi.

Şeytan geldi kulağına fısıldadı: Kardeşini öldür, Hâbil'i öldür, dedi. Başını kaldırdı baktı. Kardeşi sakin sakin gidiyordu. Şeytan durmadan fit veriyordu:
Hâbil'i öldür!.. Hâbil'i öldür!.. diyordu.

Koşarak kardeşine yetişti, hırçın bir sesle:
— Seni öldürmeye kararlıyım, dedi.

Hâbil, ona hayretle baktı:
— Niçin beni öldüreceksin? dedi.

— Çünkü babam, seni benden fazla seviyor, Allah da seni benden üstün tuttu, senin hediyeni kabul etti. Benimkini kabul etmedi.

— Beni öldürmekle sen ne kazanırsın? Beni öldürürsen babam seni hiç sevmez. Allah'ın öfkesi de sana daha fazla artar.

Kaabil öfke ile Hâbil'in boğazına sarıldı ve haykırdı :
— Senden kurtulmak ve rahat etmek istiyorum. Onun için öldürmem lâzımdır, dedi.

Hâbil kardeşine :
— Beni öldürürsen rahat yüzü göremezsin, dedi.

Gözü dönmüş olan Kaabil:
— Seni öldürmedikçe rahat edemeyeceğim, dedi.

Hâbil kardeşinden daha da kuvvetli olduğu halde sükûnetini bozmadı. Sakin sakin ona:
— Sen beni öldürmek için bana elini uzatırsan, ben seni öldürmek için ellerimi uzatmam. Elimi senin kanına bulaştırmam. Çünkü ben, âlemlerin Rabbı olan Allah'tan korkarım, dedi.

Hâbil sükûnetle oradan uzaklaştı. Kaabil başını yere eğmiş ayakta duruyordu. Kardeşine olan öfkesini ve kinini yenemiyordu!

Kaabil, çok üzüntülü olarak mağaraya döndü. Bir köşeye uzandı, uyumak istedi. Fakat bir türlü uyuyamıyordu. Kalbi daralıyor, olup biten şeyleri düşünüyordu. Şeytan yine geldi. Kulağına fısıldadı: Hâbil'i öldür ki rahat edesin!.. Öldür Hâbil'i!.. Öldür Hâbil'i!.. Huzursuzluk içinde kıvranırken şeytanın bu gibi tahriklerini de dinlemeye devam ediyordu.

Sabah olup da güneş doğunca mağaradan dışarı çıktı. Kardeşini öldürmeye karar vermişti.

Hâbil, koyunların başına gitti. Kalbi rahat, memnun ve sakindi. Kaabil de çift sürmek için ayrıldı. Suratını ekşitmişti. Hâbil'e olan öfkesi içini yiyordu. Kardeşini koyunların arasında sakin sakin dolaşır görünce öfkesi kaibardı. Şeytan yine sokuldu: öldür onu öldür ki rahat edesin! diye bağırdı Kaabil etrafına bakındı. Orada duran, bir kaya parçasını yüklenerek fırlattı. Hâbil cansız yere yuvarlandı. İlk olarak yeryüzünü insan kanıyla boyadı. Kaabil kendine geldi. Kardeşinin kanlar içinde yattığını görünce içinden bir nedamet hissi koptu. Çok kötü bir iş yaptığını anladı. Hâbil, ölümünü icap ettirecek bir iş yapmadığı halde onu öldürmüştü.

Kardeşi çok iyi bir insandı. İyilik yapmayı severdi. Amma o, kötü bir insandı. Kötü işler düşünür, kötü şeyler yapardı. Kötülüğünü artırdı. Kardeşini çekemedi. Nihayet onu öldürdü, işte şimdi kardeşini öldürmüştü. Onu öldürmekle ne kazanmıştı? Hiçbir şey kazanmadı. Belki her şeyi kaybetti. Korku ve nedamet hissi duyuyor, elem ve ıztırap ateşi içini yakıyordu. Rahatı da, emniyeti de, huzuru da kaybetmişti. Esen rüzgâr ona: Kaatil!.. Kaatil!.. der gibi acı acı esiyordu. Ağaçların sallanması ona: Kaatil!.. Kaatil!.. der gibi bir mânayı anlatıyordu.

Ormandaki yırtıcı hayvanlar ona Ey kaatil!.. Ey kaatil!.. dercesine hırlıyormuş gibi gelirdi.

Korku içinde idi. Silkindi ayağa kalktı. Ayakları kendisini taşımıyordu. Kardeşinin yanına yığıla kaldı. Cesedini dürtmeye ve bağırmaya başladı.
— Hâbil!.. Hâbil!..

Lâkin Hâbil'de ses seda yok; hayat eseri yok. Cansız cisim gibi hareketsiz yatıyordu!..

Kaabil ayağa kalktı. Ölen kardeşinin önünde şaşkın, şaşkın durdu. Ne yapacağını bilemiyordu. Hâbil ölmüştü. Ne kalkabilir ne de yürüyebilirdi. Şimdi Kaabil ne yapacaktı? Kardeşini açıkta, yırtıcı kuşlara, hayvanlara mı bırakmalıydı? Düşündü, düşündü bir şeye karar veremedi. Nihayet kardeşini yüklenip götürmeyi aklına koydu.

Hâbil'in cesedini omzuna aldı. Endişe içinde yürüyor, cesedi ne yapacağını bir türlü bilemiyordu. Yoruluncaya kadar yürümeye devam etti. Kardeşinin cesedini yere koydu. Mahzun mahzun yanına oturdu. Bir taraftan cesede bakıyor, bir taraftan da ne yapacağını düşünüyordu. Kardeşini öldürdüğü için kendine kızıyor, keşke onu öldürmemiş olsaydım, diyordu.

Bir müddet dinlendi. Tekrar kardeşini sırtına aldı. Fakat bu yaptığından dolayı da kendisine fena halde kızıyordu. Böylece yürümesine devam etti. Yorulunca yine kardeşini yere koydu. Dinlenmeye oturdu.

Kardeşini sırtına alıyor, yoruldukça yere koyuyor, sonra dönüyor yine yükleniyor, nereye gittiğini, kardeşini ne yapacağını ondan nasıl kurtulacağını bir türlü bilemiyordu. Issız ovada şaşkın şaşkın dolaşıyordu.

Böylece yoluna devam ederken ölü bir karganın yanında duran canlı bir karga gördü. Dikkat etti. Baktı ki canlı karga gagasiyle, ayaklariyle yeri kazıyordu. Büyükçe bir çukur kazdıktan sonra ölü kargayı o çukura çekip koydu. Toprakla üstünü örttü.

Kaabil, kargamın bu halini görünce hayret etti.
— Yazıklar olsun bana, şu karga kadar olup da kardeşimin ölüsünü örtmekten âciz mi oldum? dedi.

Kalktı. Yerden bir çukur kazmağa başladı. Daha sonra da kardeşinin ölüsünü o çukurun içine koydu. Üstünü toprakla örttü.

Âdem, çocuklarını aramağa çıkmıştı. Kaabil, babasının kendisine doğru gelmekte olduğunu görünce korkmağa başladı. Babasının, kendisini affetmeyeceğini biliyordu. Selâmeti kaçmakta buldu. Babasının önünden kaçıp uzaklaştı. Âdem, Kaa-bil'in kaçmakta olduğunu görünce hayret etti. Bir de etrafına baktı, ne görsün: Yerde Hâbil'in kanını gördü. Yüreği cız dedi, kalbi burkuldu. Kaabil'in Hâbil'i öldürdüğünü anladı. Çok üzüldü. Göz yaşlarını tutamadı. Ağlamaya başladı. Ağlayarak Kaabil'in arkasına düştü. Bağırıyordu:
— Kaabil, kardeşine ne yaptın?

Kaabil, bütün dünyanın kendisine bağırıyor olduğunu zannetti:
— Kaabil, kardeşine ne yaptı?

Âdem, durmadan Kaabil'in arkasından koşuyordu. Kaabil bir uçurumun kenarına vardı, titriyor ve çok korkuyordu.

Âdem feryad ediyordu:
— Kaabil, rahat yüzü görme. Kendi önüne felâket kapıları açtın. Git, huzur ve sükûndan ebediyyen mahrum ol. Gördüğün hiçbir canlı mahlûktan emin olma.
                                                                                                                                            (ALINTIDIR)
 

coffiner

Aktif Üye
Katılım
2 Ara 2005
Mesajlar
270
Tepkime puanı
0
Yaş
1020
Ya rabbi asi bir kulum cürmümle geldin.
Sen çok cömert davrandın asi ise yine bendim
Tüm isyanıma rağmen seni sevdim
Ellerim havada başımsa eğik SANA GELDİM ALLAHIM
 

coffiner

Aktif Üye
Katılım
2 Ara 2005
Mesajlar
270
Tepkime puanı
0
Yaş
1020
BİR TOPLUMSAL HASTALIK: GIYBET

Toplumu oluşturan bireyler arasındaki ilişkiler, o toplumun niteliğini de belirler. Hoşgörü ve affedicilik gibi özelliklere sahip olmayan bireylerin oluşturduğu toplumlarda huzur ve güvenlik duygusunun hakim olması düşünülemez. Kişilerin birbirlerine tahammülsüz yaklaşımları insan ilişkilerini, dolayısıyla toplum yapısını bozar.

İnsan ilişkilerini bozan en önemli toplumsal hastalıklardan birisi de “gıybet” tir. Gıybet “bir kişinin arkasından onun hoşuna gitmeyecek şeyleri söylemek” olarak tarif edilebilir. Genelde kişiyi arkasından çekiştirenler bir savunma olarak söylediklerinin doğru olduğunu, yalan söylemediklerini ifade etseler de bu sonucu değiştirmeyecektir. Söz konusu kişilerin yaptıkları gıybettir. Eğer kişinin arkasından söylenen şeyler doğru değilse, bu iftira olur ki, bu durumda bu sözleri söyleyen kişi yalan söyleyerek büyük bir günah daha işlemiş olur.

Gıybeti Yüce Allah Kuran’da kardeşinin etini yemeye benzetmiştir. Bir Kuran ayetinde şöyle bildirilmektedir: “Kiminiz kiminizin gıybetini yapmasın (arkasından çekiştirmesin.) Sizden biriniz, ölü kardeşinin etini yemeyi sever mi? İşte, bundan tiksindiniz. Allah'tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, tevbeleri kabul edendir, çok esirgeyendir.” (Hucurat Suresi, 12)

Ayette Yüce Allah insanlara bir örnek vermiştir. Şimdi bu örneği gözünüzde canlandırın. Kendi öz kardeşinizin ölüsünün etini yediğinizi düşünün. Bunu yaptığınızı düşünmek bile tiksindiricidir. İşte Allah Katında birisinin gıybetini yapmak, kardeşinin ölü etini yemeğe eşdeğer bir tavırdır. Başka insanları çekiştirenler, bu derece kötü bir davranışta bulunmuş olurlar.

Gıybet, insanlar arasındaki ilişkileri bozar, gereksiz husumetlere sebep olur. Gıybet yapılan ortamda bulunanlar bu konuşmalara şahit oldukları için, kendisini savunma imkanı olmayan kişi hakkında, bilinçsizce olumsuz düşüncelere sahip olurlar. Bir nedeni olmadığı halde gereksiz yere başkaları hakkında olumsuz önyargıları olur. Bu önyargılar sonuçta toplumsal bir hastalığa dönüşür ve insanlar arasındaki dostluğa zarar verir.

Gıybeti yapılan kişi ise bir vesile ile bu konuşmaları duymuş olsa, o insanlara karşı güveni sarsılır. Toplum içinde karşılıklı güvensizlik ve tedirginlik doğar. Kendisi hakkında yapılan bu hoş olmayan çekiştirmelerden dolayı, onlara karşı duyduğu yakınlık ve dostluğu kaybeder.

Müslümanların birbirleri hakkında gıybet yapması inananları birbirlerinden tümüyle uzaklaştırıp fırkalara böler. Bu da Yüce Rabbimizin; “Hepiniz Allah’ın ipine sımsıkı sarılın. Dağılıp ayrılmayın...” (Al-i İmran Suresi, 103) emrine ters bir durum oluşturur.

Her ne yönden bakılırsa bakılsın gıybet insanlara zarar veren, toplumu içten içe kemiren toplumsal bir hastalıktır. Bu hastalığa karşı mücadele, ancak insanların birbirlerine karşı samimi ve yapıcı düşünüp davranmalarıyla olur. Yapılması gereken, bir kişide bir hata gördüğünde, arkasından çekiştirmek yerine yapıcı eleştirilerde bulunarak kendince gördüğü hatayı düzeltmeye çalışmaktır. Bu tarz olumlu bir yaklaşım insanların karşılıklı güvenini, saygısını ve sevgisini arttıracaktır.

Samimi bir niyetle gıybetin terk edilmesi sadece insan ilişkilerini düzeltmekle kalmaz. Bu, insanın ahiret yaşamı için de yapabileceği en doğru davranıştır. Hümeze Suresi'ndeki bir Kuran ayetinde Allah insanları arkasından çekiştirenleri şöyle uyarmaktadır: “Arkadan çekiştirip duran, kaş göz hareketleriyle alay eden her kişinin vay haline.” (Hümeze Suresi, 1)

İnsanlar arasındaki dostlukları bozan, onların birbirlerine düşman olmalarına sebep olan bu çirkin tavrın terk edilmesi sadece daha sağlıklı daha güvenli toplumlar yaratmakla kalmayacak, insanların ahiret yurdunu kazanmalarına vesile olacak hayırlı bir amelde bulunmalarını da sağlayacaktır.

 

coffiner

Aktif Üye
Katılım
2 Ara 2005
Mesajlar
270
Tepkime puanı
0
Yaş
1020
BİLİM DÜNYASI, ALLAH'A YÖNELİYOR
“Elbette insanları etkiledim, bu yüzden vermiş olabileceğim büyük zararı gidermek istiyorum ve bunun için çaba göstereceğim”. (Anthony Flew)
Gazeteler şu günlerde, bir dönemin ünlü ateist felsefecisi Anthony Flew’un pişmanlık dolu bu sözleriyle yankılanıyor. 81 yaşındaki İngiliz felsefe profesörü Flew, 15 yaşında ateist olmayı seçmiş ve adını akademik alanda ilk olarak, 1950 yılında yayınladığı bir makaleyle duyurmuştu. Sonraki 54 yıllık sürede, eğitim vermekte olduğu Oxford, Aberdeen, Keele ve Reading Üniversiteleri ile ziyaret için bulunduğu çok sayıda Amerikan ve Kanada üniversitesinde, tartışmalarda, kitap, ders ve makalelerde ateizmi savundu. Ancak Flew, geçtiğimiz günlerde, bu yanılgısını terk ettiğini ve evrenin yaratılmış olduğunu kabul ettiğini açıkladı.

Bu köklü karar değişikliğinde etkili olan şey, modern bilimin yaratılış hakkında ortaya koyduğu açık ve kesin kanıtlar. Flew, yaşamın bilgiye dayalı kompleksliği karşısında, hayatın gerçek kökeninin bilinçli tasarım olduğunu gördü ve 66 yıl boyunca savunduğu ateizmin, çökmüş bir felsefe olduğunu kabul etti.

Flew, bu inanç değişikliğinin temelinde yatan bilimsel sebepleri şu sözlerle açıklıyordu:

"Biyologların DNA araştırmaları, yaşam için gerekli düzenlemelerin neredeyse inanılmaz olan kompleksliğini ortaya koyarak, yaşamın temelinde bilinç bulunmuş olması gerektiğini gösterdi” (1) . “Artık, üreyebilen o ilk hücrenin naturalist evrime dayali bir açıklamasını oluşturmayı düşünmeye başlamak bile aşırı derecede zor bir hal almıştır"(2) . “İlk canlının cansız maddeden evrimleştiği ve olağanüstü kompleks bir canlıya dönüştüğü iddiasının hiçbir geçerliliği olmadığına, kesin bir şekilde kanaat getirdim” (3)
Flew’ün fikir değişikliğinde temel sebep olarak gösterdiği DNA araştırmaları gerçekten de yaratılışa dair çarpıcı gerçekler ortaya çıkarmıştır. DNA molekülünün sarmal yapısı, genetik koda sahip oluşu, tesadüfü reddeden nükleotid dizilimleri, ansiklopedik miktarda bilgi depolaması ve daha birçok çarpıcı bulgu, bu molekülün yapı ve fonksiyonlarının yaşam için özel bir tasarımla ayarlandığını ortaya koymuştur. Nitekim DNA araştırmalarıyla ilgili bilim adamlarının yorumları, bu gerçeğe şahitlik etmektedir.

Örneğin, DNA’nın sarmal yapısını ortaya çıkarmış bilim adamlarından Francis Crick, DNA ile ilgili bulgular karşısında yaşamın kökeninin bir mucizeye işaret ettiğini itiraf etmiştir:

"Bugün sahip olduğumuz bilgiler ışığında, dürüst bir adamın yapabileceği tek yorum, hayatın mucize eseri olarak ortaya çıktığıdır." (4)
Los Angeles, ABD’deki Güney California Üniversitesi’nden Led Adleman, yaptığı hesaplamalara göre, sadece 1 gram DNA molekülünün, 1 trilyon CD’ye (compact disc) eş değerde bilgiyi saklayabilme kapasitesi olduğunu ifade etmiştir (5). İnsan Genomu Projesi’nde görevli bilim adamı Gene Myers ise şahit olduğu mucizevi düzenlemeler karşısında şunları söylemiştir:

"Beni esas hayretler içerisinde bırakan yaşam mimarisidir... sistem son derece kompleks. Sanki dizayn edilmiş gibi... Orada büyük bir akıl var." (6)
DNA ile ilgili en çarpıcı gerçek, kodlanmış genetik bilginin varlığının madde ve enerjiyle ya da doğa kanunları ile kesinlikle açıklanamaz oluşudur. Alman Federal Fizik ve Teknoloji Enstitüsü'nün yöneticisi Prof. Dr. Werner Gitt, bu konuda şunları söylemiştir:

Bir kodlama sistemi, her zaman için zihinsel bir sürecin ürünüdür. Bir noktaya dikkat edilmelidir; madde bir bilgi kodu üretemez. Bütün deneyimler, bilginin ortaya çıkması için, özgür iradesini, yargısını ve yaratıcılığını kullanan bir aklın var olduğunu göstermektedir... Maddenin bilgi ortaya çıkarabilmesini sağlayacak hiçbir bilinen doğa kanunu, fiziksel süreç ya da maddesel olay yoktur... Bilginin madde içinde kendi kendine ortaya çıkmasını sağlayacak hiçbir doğa kanunu ve fiziksel süreç yoktur (7)
Flew’ün tüm bu bulgularla desteklenen bilinçli tasarımı kabul etmesinde, yaratılışçı bilim adamları ve filozoflar da önemli rol oynadı. Flew, son dönemlerde, yaratılışı savunan bilim adamları ve filozoflarla TV tartışmalarına katılıyor, onlarla görüş alışverişinde bulunuyordu. Bu süreçte son dönüm noktası, Teksas, ABD’deki Metabilimsel Araştırma Enstitüsünce 2003 yılının Mayıs ayında düzenlenen bir konferans oldu. Flew, konferansa araştırmacı yazar Roy Abraham Varghese, İsrailli fizikçi ve moleküler biyolog Gerald Schroeder ve Katolik filozof John Haldane ile birlikte katıldı. Flew, yaratılışı destekleyen bilimsel kanıtların ağırlığı ve rakiplerinin iddialarının ikna ediciliği karşısında etkilenmişti. Nitekim konferansı izleyen dönemde ateizmi terk edilmiş bir düşünce olarak bıraktı. Bu dönemde Philosophy Now isimli İngiliz felsefe dergisine, Ağustos-Eylül 2003 sayısı için yazdığı mektupta Schroeder’in “Tanrı’nın Saklı Yüzü” ve Varghese’in “Harika Dünya” ismli kitaplarındaki argümanları tavsiye etti. (8) Kendisinin fikir değişikliğinde önemli rol oynamış olan felsefe ve teoloji profesörü Gary R. Habermas ile ropörtajın (9) yanısıra, “Bilim Tanrı’yı buldu mu?” isimli videoda bilinçli tasarımı kabul ettiğini açıkça ifade etti.

‘Evreni kaplayan bilinç’ ve Ateizmin Çöküşü

Yukarıda anlatılan bilimsel gelişmeler karşısında uzun bir dönem ateizmi savunmasıyla ünlü olan Anthony Flew'ın bilinçli tasarımı kabul etmesi, ateizmin içinde bulunduğu çöküş sürecinde yaşanan son bir perdeyi yansıtmaktadır. Modern bilim, ‘evreni kaplayan bilinç’in varlığını ortaya koymuş, böylece ateizmi devre dışı bırakmıştır.

Flew’ü etkileyen yaratılışçı bilim adamlarından Gerald Schroeder, “Tanrı’nın Saklı Yüzü” başlıklı kitabında şunları yazmaktadır:

“Tek bir bilinç, evrensel bir akıl, tüm evreni kaplamaktadır. Atomaltı maddenin kuantum doğasını araştıran bilimin bulguları, bizi hayranlık uyandırıcı şu kabulün eşiğine getirmiştir: tüm varlık, bu aklın bir dışa vurumudur. Laboratuvarlarda bunu, ilk başta enerji olarak ifade edilmiş sonra madde formunda yoğunlaşmış bilgi olarak gözlemliyoruz. Atomdan insana kadar her bir parçacık, her varlık; bir bilgi ve akıl seviyesi ortaya koymaktadır”. (10)
Gerek hücrenin işleyişi, gerek maddenin atomaltı parçacıkları üzerinde yapılan bilimsel araştırmalar şu gerçeği inkar edilemez bir biçimde ortaya koymuştur: Evren ve yaşam, herşeye hakim, üstün akıl sahibi bir varlığın iradesiyle yoktan varolmuştur. Hiç şüphesiz, evreni her seviyede kuşatan bu bilgi ve aklın sahibi, üstün kudret sahibi Yüce Allah’tır. Allah bu gerçeği Kuran’da şöyle bildirmektedir:

Doğu da Allah'ındır, batı da. Her nereye dönerseniz Allah'ın yüzü (kıblesi) orasıdır. Şüphesiz ki Allah, kuşatandır, bilendir. (Bakara Suresi, 115)


 

coffiner

Aktif Üye
Katılım
2 Ara 2005
Mesajlar
270
Tepkime puanı
0
Yaş
1020
Senin nuruna donen yüzleri,
Geri çevirme ya Rab’bi.
Askın ile aydınlat bizleri,
Ateşinle kavurma ya Rab’bi,

Kalpleri dondurma buz gibi,
Karlar, kıslar olsun yaz gibi,
Rüzgarlarınla bizi toz gibi,
Dağıtıp savurma ya Rab’bi.

Tarihe yazdır Türk’ün adini,
Bozma şu milletin tadını,
Sanlı Türk-İslam saltanatını,
Düşürüp devirme ya Rab’bi
 

coffiner

Aktif Üye
Katılım
2 Ara 2005
Mesajlar
270
Tepkime puanı
0
Yaş
1020
ALLAH’IM !!!

Sensin yol gösteren fener
Ben; hep seni düşünürüm.
Geceler gündüze döner
Ben; hep seni düşünürüm.

Silleyi vuran felekte
Şu, uçuşan kelebekte
Yeni doğan her bebekte
Ben; hep seni düşünürüm.

Ağaçların filizinde
Sevdiğimin mah yüzünde
Gecelerin dehlizinde
Ben; hep seni düşünürüm.

Ne kürkteyim, ne samurda
Gözüm yok uzun ömürde
Yağıp sel olan yağmurda
Ben; hep seni düşünürüm.

Bana cefa eden yar'da
Sinemi dağlayan korda
Lapa, lapa yağan karda
Ben; hep seni düşünürüm.

Kalsam bile en geride
Olsam bile en beride
Şu, bal yapan her arıda
Ben; hep seni düşünürüm.

Kar içinde açar çiçek
Bir dağı taşıyor böcek
Hayat yalan, ölüm gerçek
Ben; hep seni düşünürüm.

Durmayıp çalışan elde
Gonca iken açan gülde
Acı, tatlı diyen dilde
Ben; hep seni düşünürüm.

Gün batımı tepelerde
Şu gönlüm hep ötelerde
İyilerde,kötülerde
Ben; hep seni düşünürüm.

Güneş doğar, güneş batar
Dertlerime bin dert katar
Kâinat uykuya yatar
Ben; hep seni düşünürüm.

Ekmeğim, aşım, ocağım
Ne oldum, ne olacağım
Birgün sana döneceğim
Ben; hep seni düşünürüm.

Ali'mim çoktur kusurum
Yolunda ben bir hasırım
Ben; yalnız sana esirim
Ben; hep seni düşünürüm.
 

coffiner

Aktif Üye
Katılım
2 Ara 2005
Mesajlar
270
Tepkime puanı
0
Yaş
1020
YÜVE MEVLAM (DUA)

Varlığına başlangıç yok
İnanmışız yüce mevlam
Varlığının sonu`da yok
İnanmışız yüce mevlam

Teksin,eşin,ortağın yok
Benzerin hem dengin`de yok
Her an varsın zavalin yok
İnanmışız yüce mevlam

Her şey sana muhtaç oldu
Her şey sana muti oldu
Alem sana teslim oldu
İnanmışız yüce mevlam

En güzel ad senin adın
Ekmel sıfat senin vasfın
Kayyüm olan senin zatın
İnanmışız yüce mevlam

Her mahlukat`a hayat veren
Hallerini iyi bilen
İmdadına tez yetişen
Sensin benim yüce mevlam

Ademine ilim veren
Meleklere emir veren
Secde kılın ona diyen
Sensin benim yüce mevlam

Müminlere ferahlığı
Müslümanlara aydınlığı
İnsanlara kelamını
Sensin veren yüce mevlam

Ey lutfu bol nimete çok
Keremi bol ihsanı çok
Rahmetine nihayet yok
Affet bizi yüce mevlam

Beytin ka`be suyun zemzem
Tevrat,zebur yüz sahifen
İncili şen hürmetine
Affet bizi yüce mevlam

Arşı A`zam,kürsiyi şan
İsmi A`zam,merve,safan
Yüce Kur`an hürmetine
Affet bizi yüce mevlam

Meleklerin,feleklerin,
Nebilerin,velilerin,
Muhammedin hürmetine
Affet bizi yüce mevlam

Salihlerin,zahidlerin,
Aşıkların,abidlerin
Şehitlerin hürmetine
Affet bizi yüce mevlam

Kur`anıyın herflerince
Kelimesi,ayetince
Sürelerin,cüzlerince
Affet bizi yüce mevlam

Azabına atma bizi
Gazabına itme bizi
Sapıklardan etme bizi
Rahm et bizi yüce mevlam

Hidayete erdir bizi
Nimetine erdir bizi
Cennetine girdir bizi
Lutfet bize yüce mevalam

Korkulardan kurtar bizi
Selamete erdir bizi
İman ile öldür bizi
Rahm et bize yüce mevlam
 

coffiner

Aktif Üye
Katılım
2 Ara 2005
Mesajlar
270
Tepkime puanı
0
Yaş
1020
ALLAHIM !



BANA ÖYLE BİR GÖNÜL VER Kİ:

Bir kuruluşun tepe noktasında yetkili olsam bile,
bunu asla başka şekilde kullanmamalıyım.
Günlük yaşamda 'ben' yerine, daha çok 'sen' sözcüğünü kullanabileyim...


BANA ÖYLE BİR SEVGİ VER Kİ:

Sonsuz bir hazine gibi bitmesin, çoğalsın daha da sevdikçe,
doldursun sarsın çevremi.
Hatta düşmanlarımı da sevebileyim...




BANA ÖYLE BİR GÜÇ VER Kİ:

Herkesten daha çok çalışabileyim, tutsak düşmeyeyim
doğanın koşullarına, eşim ve çocuklarımı da mutlu et ki,
mutluluğu başkalarına da götürebileyim...


BANA ÖYLE BİR SAĞLIK VER Kİ:

Düşünebileyim, konuşabileyim.


BANA ÖYLE BİR ERDEM VER Kİ:

İbadet edebileyim, iyilik etmeyi ve sevinçten buğulanmış gözlerle, teşekkür
edenlere;
bir şey yapmadım, anımsamıyorum diyebileyim.


BANA ÖYLE BİR YETENEK VER Kİ:

İyi eş, baba, anne, iyi komşu, iyi arkadaş, iyi vatandaş olabileyim.


BANA ÖYLE BİR UMUT VER Kİ:

Bugüne kadar yapmış olduğum hatalar için
karamsarlığa düşmeyeyim, herşeyden aklanmış olarak yaşama
yeniden başlamak üzere bağışlanabileceğimi bileyim.


BANA ÖYLE BİR ANLAYIŞ VER Kİ:

düşünebildiğim, yargılayabildiğim, inandığım, kahrolduğum, varolduğum şu
anda bu sözleri söyleyebildiğim için şükredebileyim.


BANA ÖYLE BİR TALİH VER Kİ :

Yıllar sonra beni hatırlayanlar 'herkese iyilik eden, tüm insanları seven,
o düzeyde de sevilen bir kişiydi ' diye konuşsanlar ve ben de huzur içinde
olabileyim.



BANA ÖYLE BİR İRADE VER Kİ:
Birgün yenilip, içimdeki şeytanın kurallarına doğru yönelirsem;
bu bir düşünce ise düşüncemi, bu bir adım ise ayağımı, bu bir uzanma ise
elimi durdurabileyim.


BANA ÖYLE BİR SABIR VER Kİ:

Sükûneti bulayım, durabileyim, düşünebileyim.
 

coffiner

Aktif Üye
Katılım
2 Ara 2005
Mesajlar
270
Tepkime puanı
0
Yaş
1020
AKIL VE DUYGUNUN SAVAŞI

Buyuk bir savas alanidir insanoglu
Iki buyuk ordunun
Iki buyuk imparatorlugun,
Insanlik tarihi boyunca savastigi bir alan
Insanlik  tarihi boyunca insanin kendisi ile yaptigi en buyuk savastir bu
Hep sorulan ve cevaplanamayan sorulardir savas alaninda carpisan
Cevabi aranan:
Savasi kazanan ne kazanacaktir
Ve kimin kazanmasi gerektigidir
Bir yanda akil imparatorlugu
Diger yanda duygu imparatorlugu vardir
Duygu imparatoru savasi kazanmak lazim der.
Insan duygulari ile sever duygu ile guzellik katar yasama
Sevgi ise amactir insan hayatinda
O zaman biz kazanmaliyiz der duygular imparatoru
Atilir hemen akil imparatoru
Insan sevebilmek icin yasamak zorundadir,
Beslenmek, kendini korumak zorundadir
Yasam yoksa nasil olur sevgi,
Nerde olusur sevgi yasam yoksa
Bizim varligimizdir insana nasil beslenecegini
Ve nasil yasami surdurmesi gerektigini ogreten
Biz her zaman daha oncelikliyiz bu yuzden der akil imparatoru
Itiraz hemen yukselir duygu imparatorundan
Ama bizim varligimizla ogrenir insanoglu paylasmanin erdemini
Duygulardir insana yardimlasmanin guzelligini gosteren
Cevabi hazirdir akil imparatorunun
Ama akil olmazsa paylasilacak ne olusabilir ki
Ve akil olmayinca ne icin yardimlasma olacaktir
Ama der duygu imparatoru
Ben ruhun varligiyim onun sozcusuyum bensiz ne olabilirki
Akil imparatoru gulumser ve
Bende ruhun farkindaligiyim benle insan gorur varligini
Benle farkina varir dunyanin isleyisinin muhtesemligine
Algilamak benle olur der duygu gorup algilamamak neye yararki
Ama gormeden neyi algilayabilirsin ki  der akil
Bu savas surer gider
Iki tarafta bir galibin olmayacagini gorur
Zeka bilgesine danismaya karar verirler kazanan orda belirlenecektir
Gulumseyerek karsilar onlari zeka bilgesi
Bu savasin yenileni yoktur olmayacaktir der
Olmamasi lazimdir zaten
Ne yapalim diye sorarlar iki ordunun imparatoru
Akil imparatorunun guclu oglu ile
Duygu imparatorunun zarif kizini evlendirmektir tek care der zeka bilgesi
Onlarin cocugu ikinizinde birlesimi olacaktir
Ve insanoglunu yonetmeye en iyi aday o dogacak cocuk olacaktir
Insanoglu ne zaman kararlarini duygu ile aklin kesistigi noktada verir
O zaman dogruyu bulur
O zaman dunya da dogruya yonelir
Ve insanoglunun savasi der zeka bilgesi
Ancak insanin icindeki bu savasi kazanmakla biter
Ve bu savasin kaybedeni asla olmaz....
 
Üst