HaYaT GıDıKLaNmAyA BaŞLaDı...!!!

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

derin***

Yeni Üye
Katılım
18 Mar 2006
Mesajlar
11,193
Tepkime puanı
0
Yaş
36
Sesini duyuyorum uzağımdan. Hayat gıdıklanmaya başladı yine... Değişenlerin yerine koyduklarımdan sanki pek de hoşnut değil, kurcalıyor bazı şeyleri... Yanlış parçaları ısrarla yerine oturtmaya çalışan zavallı puzzle oyuncusu!!! Ben değilim yaratmaya çalıştığın; aykırı bir benlik durmuyor bu ruhta... Sıradanlaşmak da pek mümkün değil! Arada bir yerlerde buluşmalıyız seninle? Ortası yok mu bunun??? Hayat, dalga geçme benimle!!!







Kimlik arayışında tanıştım kendimle... Oysa hep "kimliksizim" deyip durmamış mıydım?? Zaman, nasıl da belirsiz değil mi? Belki iki ay öncesine kadar ben bile tanıyamazdım parçalanmış yüzümü... Şimdi de net değil, boşa karışmasın aklın; ama ışığı seçebiliyorum artık!!! Kaybedişin eşiğinde, nasıl da bocaladığımın farkına vardım. "Hiç" olmak gibi bir ütopyam vardı. Yerine başka şeyler koymaya çalışıyorum şimdilik. "Herhangi bir şey" olmak gibi mesela...







Söyleyeceklerim bitmedi daha...







İZLİYORUM SENİ.....







Korkmadan yaşayabilmek adına vazgeçtiklerimi çıkartıyorum sandıklarımdan; umurumda olmadan, senden korkmadan, ölüme teslim olmadan... Açıldığım kadarıyla bana kafi geldi yaşadıklarım. Çünkü tümü anlamsız ve kaybetmeye mahkum olanların yapacakları şeyler... Ama oyun bitmedi henüz, izliyorum seni hayat... Elbet bir açık kapı bırakacaksın bana da... Eskisinden daha güçlü dikileceğim karşında... Belki bir aşk sunacaksın bana; camdan bir tepsinin içinde... Belki varoluşumun anlamlı bir açıklamasını buldurmakta karar kılacaksın. Belki sen hiçbir şey yapmayacaksın; kendiliğinden olacak her şey..







ZAMANI GELDİ....







Şimdi sana sesleniyorum ey sevgili... Gelişiyle her şeyi değiştiren ve bu yarım kalmış ruhu tamamlayan sevgili... Artık seni izliyorum; tebessümündeki ışığı, aniden yüreğime dokunuşunu ve ruhumu doyuruşunu... İnan, bir mucizeyi izler gibi izliyorum...







İşte bu sonu bitimsiz maviliğe açılan masalın kahramanları olduk seninle... Ver elini güneş, ver elini mavi, ver elini aşk; ellerinde küçülüp kaybolmak geçiyor içimden... Sonsuzluğun bu muğlak ve dolambaçlı yollarını düzleştiren, dokunduğu her yeri (ki çürümüş uzuvlarım var biliyorsun) güzelleştiren asil ruh... Kesişen yörüngelerimiz bizi "bir"leştirdi. Şimdi, sen nefes almadan nefes alamayacakmışım gibi hissediyorum...







Zamanı geldi... Güne yanında, gülümseyerek uyanma halleri var şimdi günlüğümde... Gün içi (bolca) seni düşleme nöbetleri... Saatlerin bir türlü mesai bitimine kavuşmaması sendromları... Telefon her çaldığında "arıyor işte" diye yerinden zıplamalar... ve sonunda geceye koşan gün, gülümseyişine koşan ben...







Zamanı geldi... Ruhunu ruhuma karıştırıp, herkesin ayrı söz (ya da düş) coğrafyalarında tanımladığı "mutluluk" tariflerine bir yenisini daha katmanın zamanı geldi... Buzdolabının üzerine yapıştıralım, mıknatısla metal arasında kalsın aşkımız; ellerimizle yüreklerimiz arasında, seninle benim aramda...




ALINTIDIR...
 

derin***

Yeni Üye
Katılım
18 Mar 2006
Mesajlar
11,193
Tepkime puanı
0
Yaş
36
Suskunluğu bilir misin?.. Bir anda hayattan kopup nefis bir sessizlik senfoninin ortasında buluvermek kendini... Suskunlukları bilir misin?.. Ansızın kesilen konuşmaların ardından kulaklarının nasıl da uğuldadığını?.. Solukları duyarsın sadece... Kelimelerin eksik kaldığı anlarda susar insan... Seni öylesine seviyorum ki; bunu kelimelerle ifade edemiyorum ve susuyorum. Gözlerime bak anlarsın! Oradan bir pencere açıyorum, senden bana doğru; süzülebilirsin içeri istersen... ve penceremi açtıktan sonra susuyorum... Susuyorum, duyarsın!..





Aslında ne çok şey söylenir susmalarda... Gerçek kendin olursun; tüm elbiselerinden yoksun çırılçıplak, aynen savunmasız bir bebek gibi... Aracı kullanmadan, kelimelerin bencilliğine yakalanmadan... Susarsın... Boşluğa konuşursun susarak... Düşünceler on-ikiden vurur o zaman; tellere dokunmadan, havayı kullanmadan... Böyle susmalarda bulursun bir çok sorunun cevabını... Ve belki de kendini tanırsın. Hatta o müthiş soru var ya, "aşk nedir?"... Onun bile cevabını bulabilirsin ama ifade edemezsin, susarsın!..





Bilirim acı verir bazen susmak... Konuşmak istersin; kelimeler boğazına düğümlenir. Her şey bitmiştir aslında... Ne kelimeler ne de suskunluk bir işe yarar artık. Zalim acı saplanmıştır en derine; duyulan sadece iç çekişlerdir artık... Bir de; dilinin ucuna hücum eden ve dudak kalesine çarparak bozguna uğrayan kelimeler... Gözyaşı da suskunluğun meyvesidir. Dokunur acının üzerine; ılık, tuzlu bir ilaç gibi... Önce yakar, belki de acıyı azdırır. Ya sonra?.. Uyuşur kasılan gözlerin... Oradan kalbine damlar susan sesin... Sessizce, kimsesizce ağlarsın; duyarlarsa gelirler ve beni yalnızlığımla ayırırlar diye korkarsın, hıçkırıklarını boğarsın, susarsın!..





Susarsın... Susarsın ama!!! Anlamsız sesleri duyumsamaya başlarsın bu sefer de... Bütün enstrümanlar vardır ama şef yoktur. Kelimeler peşi sıra çıkar, cümleler kurulur tumturaklı, anlamsız... Anlam yüklemeye çalıştığın her cümle, bir öncekini daha da anlamsız hale getirmeye başlamıştır bile... Şefsiz bir orkestradan baş döndüren bir senfoni bekleyemezsin ki!.. Sonra anlamsızlıkları sıralayıp, onlara sahte anlam elbiseleri giydirmeye başlarsın; rüküş olurlar. Cımbızla ararsın içlerinden anlamlı kelimeleri seçmek için... Karanlık bir odada bulmaya çalıştığın bir ışık; göremezsin... Cam kırıkları gibi beynine saplanan kıymık kelimeler; kanatır, hissedemezsin... Yaşlar hücum eder gözpınarlarına, ağlayamazsın!..





Ayna yazılar vardır; ruhuna çevrilmiş... Bakmayı bilebilirsen kıymetli kelimeler... En kuytu köşelerinde yapacağın bir gezinti kendine bile itiraf edemediklerini çıkarıverir günyüzüne... Karanlığa güneş açar ve sersemce fikirlerin yere basmaya başlar. İşte o zaman... Ne suskunluğun anlamı, ne seslerin karmaşası kalır. Sadece, "beyazın üstüne siyah"...





 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst